20 Aralık 2015 Pazar

Geçmişten Geleceğe Bir Kısır Döngü


Tarih boyunca dünya üzerinde yaşayan tüm toplumlar hayali bir hiyerarşi üzerine kurulu olarak bir düzen kurmuşlardır. Bu hiyerarşi özetle, toplumda yaşayan insanların genel olarak sınıflandırılması demektir. Günümüze kadar çok çeşitli örneklerini tarihsel süreç içerisinde görmek mümkündür. Örneğin Hint toplumu insanları kast sistemine göre sınıflarken, Amerikan toplumu insanları ırklarına göre sıralamıştır. Çoğu durumda bu hiyerarşik düzenler kazara ortaya çıkmış, kendilerine avantaj sağlayan gruplar tarafından nesiller boyu gelişerek kalıcı hale gelmişlerdir.

Hindu kast sisteminin İndo-Aryan halkların üç bin yıl önce Hint topraklarını işgal edip, yerel halkı boyunduruğu altına aldığında ortaya çıktığı kabul edilir. İşgalciler katmanlı bir toplum oluşturarak, toplumdaki üst konumları ele geçirmişler (rahipler ve savaşçılar), yerel halk ise kölelik ve hizmetkarlık sınıfına layık görülmüştü. Sayıca az oldukları için, ayrıcalıkları konumlarını ve kendilerine özgü kimliklerini kaybetmekten korkmuşlardı kim bilir? Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak veya ertelemek için halkı kastlara bölerek, her birinin toplumda farklı bir role sahip olmasını sağladılar ve kastların birbirleriyle karışmasını yasakladılar. Elbette ki o dönemde yöneticiler, kast sisteminin tesadüfi bir tarihsel gelişim olduğunu değil aksine ebedi kozmik biri gerçeklik olduğunu ileri sürdüler.

Modern Amerika'daki ırk hiyerarşisini sürdüren şey de benzer bir kısır döngü dür. Avrupalı kaşifler 16 yy dan 18 yüzyıla dek, milyonlarca Afrikalı köleyi madenlerde ve çiftliklerde çalıştırmak üzere Amerika'ya getirdi. Bu köleleri Avrupa veya Doğu Asya'dan getirme kararı üç temel etkene dayanıyordu. Birincisi, Afrika daha yakındı. İkincisi Afrika'da mevcut bir köle ticareti sistemi vardı. Üçüncüsü ise yeni keşfedilen yerlerde sarıhumma ve sıtma gibi hastalıklar kol geziyordu ve Afrikalılar nesilden nesile bu hastalıklara kısmen bağışıklık kazanmıştır. Elbette ki bunu kimse ekonomik açıdan seçilen bir gerçek olarak anlatmadı. Dini ve bilimsel mitler bu ayrımları haklı göstermek her zaman olduğu gibi ortaya sürülmüştü. Hristiyan ilahiyatçılar, Afrikalıların Ham'ın soyundan geldiğini ve babası Nuh'un Ham'ı, çocuklarını köle yaparak lanetlediğini anlattılar. Biyologlar da siyahilerin beyazlardan daha aptal olduğunu ve ahlaklarının daha az geliştiğini ileri sürdüler.

Kölelik kaldırıldıktan sonra, insanların zamanla, bu toplumsal damgaların olgulara değil, mitlere dayandığını anlayacağını dolayısıyla siyahilerin zamanla kendilerinin becerikli, kurallara uyan ve temiz insanlar olduğunu kanıtlayacağını düşünmek mantıklı bir görüştür. Oysa gerçekte bunun tam tersi bir durum söz konusu oldu. Mevcut önyargılar zaman geçtikçe daha da derinlere kazındı. Tüm iyi işler beyazlar tarafından kapılmış olduğu için, siyahilerin düşük seviyede olduğuna inanmak daha kolay hale geldi. Ortalama bakış açısı; "Bakın, siyahiler nesiller boyu özgür olmalarına rağmen, yine de neredeyse hiç siyahi profesör, avukat ve doktor yok. Bu onların daha tembel ve daha geri zekalı olduklarının bir kanıtı değil midir?" Kısır döngü böylelikle devam etti.

Çoğu toplum kendi yaşadıkları dönemde kendi toplumsal sınıflandırmalarının adil ve doğal olduğunu, buna karşılık diğer toplumların yanlış ve gülünç bir takım kıstaslar üzerine kurulduğunu ileri sürmüştür. Modern toplumlarda artık ırkçılığın değerini yitirmesi sonrasında, ırk sınıflandırması fikriyle dalga geçilmektedir. Siyahilerin beyazların mahallesinde yaşamasını, beyazların okullarında okumasını veya beyazların hastanelerinde tedavi görmesini engelleyen herhangi bir düzenleme olması herkesin tepkisi çekecektir. Ancak, zenginlerin diğerlerinden ayrı ve daha lüks mahallelerde yaşamalarını, yine ayrı ve daha prestijli okullarda okumalarını ve diğerlerinden daha iyi donatılmış hastanelerde tedavi görmelerini öngören zengin-fakir arasında hiyerarşi ise pek çok modern toplumda gayet normal olarak görülmektedir. Oysa istisnalar olsa da pek çok zengin insanın zengin bir ailede doğduğu için zengin, pek çok fakirin de fakir bir ailede doğduğu için hayatları boyunca fakir kalacağı bilinen bir gerçektir.

Maalesef karmaşık (belli ölçüde kalabalık) insan toplumları, hayali hiyerarşilere ve adil olmayan ayrımlara ihtiyaç duymaktadır. Elbette ki tüm sınıflandırmalar ahlaken aynı derecede değildi. Yine de araştırmacılar, ayrımcılığı ortadan kaldırmış hiçbir büyük toplum örneği verememektedir. İnsanlar her seferinde toplumsal düzeni, üstünler köleler, siyahiler beyazlar, asilzadeler avamlar veya zenginler ile fakirler olarak çeşitli hayali kategorilere sınıflandırarak sağladılar. Şimdi merak edilmesi gereken asıl soru; acaba gelecekte yaşayacak insanlar bu döneme baktığında nasıl bir düşünceye sahip olacaktır, aynen bizim geçmişe baktığımızda o dönemlerde olanları kabul edilmez gördüğümüz gibi mi yoksa farklı mı?


Kaynak: Sapiens - Yuval Noah Harari
bu yazı söz konusu kitaptan alıntılar içermektedir.

19 Temmuz 2015 Pazar

Orkide

Orkide cinsi bitkiler tüm dünyaya yayılmıştır. Anadolu'da da birçok orkide türü doğal olarak yetişmektedir. Fakat bu orkide türleri çiçekçilerde gördüğümüz orkidelerden farklı olarak küçük çiçekli gösterişsizdir. Herkes tarafından bilinen Sahlep orkide türlerinden biridir.

Ülkemiz çiçek piyasasında bulunan Orkide türü Phalaenopsis olarak adlandırılan Tropikal şartlarda yetişen aşağıdaki resimde gördüğünüz orkidelerdir.




Bitki doğada diğer ağaçların üzerinde veya yosunla dolmuş kaya oyuklarında yaşarlar. Yaprakları etlidir, genellikle karşılıklı en az 2 veya en fazla 6 yaprak şeklinde olur. Küçük cinslerinde 12 cmlik yapraklar, büyük cinslerde 80 cm e kadar çıkabilmektedir. Her mevsim en az bir yaprak bitkinin sağından solundan iki taraflı olarak büyür. İlginç noktalardan biri köklerindeki "klorofil" yapısı ve yaprakların arasında dahi görülebilmesidir.

Bu tür orkidelere en çok Filipinler'de, Endonezya'da görülmektedir. Burada gündüz ısısı 25-35 C gece ısısı 15-25 C olan, büyüme esnasından bol yağışlı ve tüm yıl boyunca yüksek nem olan ortamda yetişmektedir. Genellikle doğrudan güneş ışığı görmeyen aydınlık yerlerde yetişmektedir.

Tüm bunları öğrendikten sonra;

Peki evde orkide yetiştirmenin püf noktaları nelerdir?

Başlangıçta bilinmesi gereken orkidenin yüksek hava nemliliği ve hafif esinti ihtiyacı olduğudur.

1- Havalandırma (SÜREKLİ ESİNTİ)
Orkideler için olmazsa olmaz şartlardan biridir. Yazın pencereyi açarak bu hava akımını sağlayabilirsiniz. 15-30 derece arasında olduğu sürece hava akımının bitkiye zararı yoktur. Fakat bu sıcaklık değerleri altında veya üstünde olan özellikle Kuru hava esintisi bitkiye zarar verebilir. Kışın bu hava akımını yine öncelikle pencere açarak, hava çok kuru soğuksa klima veya gerekirse vantilatör ile sağlayabilirsiniz.

2- Sıcaklık (15-30 C)
Uygun sıcaklık dereceleri daha önce de belirttiğim gibi en az 12-13 C ila 28-30 C arasındadır. Gündüz sıcaklığı 20 C den az olmamalı, Gece ise en az 12 C civarına kadar inmesinde sıkıntı yoktur.

3- Nemlilik (YÜKSEK NEM ORANI)
Diğer bitkilerden farklı olarak orkidelerin belki de en önemli püf noktası budur. Özellikle sıcak günlerde ısı arttıkça havadaki nem oranını da arttırmak gereklidir. Nem oranı artmaz aksine kuru bir ortam olursa bitki yavaş yavaş kuruyacaktır. Bunu örneklemek gerekirse bitki 25 C derecede 60% nem yeterken 30 C derecede 70-75% orana ihtiyaç duymaktadır. Bu doğal ortamı bulunduğu iklim gereği sağlayamayan kişiler için bir tavsiyem olacak.

Orkide saksının altına genişçe bir saksı kabı alıp onu çakıl taşları ile doldurun ve bu çakıl taşlarının seviyesine kadar su doldurun. Orkide saksını da bu taşların üzerine koyun. Saksının alt deliklerinden hava alması atlanmaması gereken önemli bir noktadır. Bu çakıl taşları sıcak ortamda üzerindeki suyu buharlaştırarak, havanın nemlenmesini sağlayıp bitkiye istediği ortamı sağlayacaktır.

Hava yüksek nemli olmazsa tomurcukların açmadan dökülmesi ve çiçeklerin çabuk solması sorunları yaşanır. (Orkide tomurcukların açmadan dökülmesi sorunu)

4- Işık (FİLTRELİ AYDINLIK)
Orkide de her bitki gibi ışığa ihtiyaç duyar, fakat bilinmesi gereken nokta doğrudan güneş ışığının orkide için gerekli değildir. Diğer yandan bitkinin hiç güneş görmeyen bir yere konulmaması gerekir. Aksine perde ile filtrelenmiş belli oranda güneş ışığı bitkinin gelişimi için oldukça önemlidir. Bu şekilde gelecek güneş ışığı günde 3-4 saat olursa gayet yeterli olacaktır.

Orkidenin güneş ışığına ihtiyacını yapraklarına bakarak anlayabilirsiniz. Eğer yapraklar çok koyu renk ise güneş ışığı eksikliği olduğunu, çok açık renk ise güneş ışığı fazlalığının olduğunu söyleyebiliriz.



Kış güneş ışığı anlamında nasıl atlatılmalı?

Orkide bütün yıl boyunca gelişmeye çiçeklenmeye devam eder. Fakat daha güçlü bir şekilde gelişim sağlayabilmesi için kış döneminde dinlendirilmesi lazımdır. Bu dinlenme dönemi Kasım ayından Şubat ayına kadar olan süreçte gerçekleştirilmelidir. İklimin ılıman olduğu yerlerde, evlerin güney cephesinde (kuzey rüzgarlarından kaçınarak) özellikle gündüzleri dış ortamda doğrudan hava ile temas edebileceği yerlerde tutulması daha güçlü bir şekilde yeni sezona hazırlanmasını sağlar.

5- Toprak (ÖZEL AĞAÇ KABUKLARI ve TAŞLI)
Orkideler bildiğimiz toprakta yaşayamaz. Bunun sebebi köklerinin çok iyi hava alması gerekliliğidir. Tabi ki bu istenen hava olabildiğince nemli olmalıdır. Bu nedenle toprak niyetine köknar ve fıstık çamı ağacı kabukları işlemden geçirilmiş parçalanmış olarak kullanılmaktadır. Ayrıca belli oranda yosunda suyu emerek sünger gibi davranarak orkidenin ihtiyaç duyduğu ortamı sağlamaktadır.

Toprak değişiminde önemli püf noktalarına bakacak olursak, orkide için özel satılan topraklardan almak zorundasınız. Ayrıca bitkiyi ev içinde yetiştirmenin bir sonucu olarak Orkide için gereken hava akımını sağlamak zor oluyor. Bu hava akımını kolaylaştırmak için söz konusu özel toprak bile yeterli olamayabiliyor. Bu nedenle söz konusu toprağa 1/4 oranında ponza taşı ekleyebilirsiniz. Ayrıca aldığınız toprağı hava akımını kesmemesi için saksıya koymadan önce elemeniz bitki için faydalı olacaktır.

6 - Saksı (ŞEFFAF SAKSI)
Orkideler herkesin bildiği üzere tam şeffaf plastik saksılarda yetiştirilir. Bunun nedeni de yazının başında belirttiğimiz üzere ana vatanlarındaki yaşam ortamı gereğidir. Çünkü bu çiçekler ağaçların üzerinde, kökleri tamamen açıkta yaşarlar. Bahsettiğimiz gibi köklerinde klorofil bulunur ve yeşil renkte olabilirler. Bu yüzden köklerde aydınlıkta olmalı ve hava almalıdır.

Her yerde görülen saksılardan farklı olarak eğer yeterli nemli ortamı sağlayabileceğinizi düşünüyorsanız, saksınızın altında olduğu gibi yanlarında da çift taraflı iki yarık bulunması kökler için faydalı olacaktır. Bu yarıkların diğer bir faydası da köklerin sürekli suda kalmamasını sağlayarak ve bitkinin çürümesini engellemesidir.

7- Sulama (ILIK SU)
Sulama yapılacak su oda sıcaklığında olmalıdır. Mümkünse sulama suyu iki gün dinlendirilmiş, kloru uçmuş, tortusu dibe çökmüş arındırılmış olmalıdır. Orkidenin sulama sıklığı bulunduğu ortama ve şartlara göre değişebilir. Önemli olan nokta; saksıda nemliliğin hissedilmesi ama ıslaklığın hissedilmemesidir. Dökülen su, bitkinin köklerini iyice yıkayarak süzülüp gitmelidir, ayrıca geçirgen yapısı gereği kaptaki su taşma ihtimaline karşı lavaboda sulanması iyi olacaktır.

Ekstra Not: Sıcak günlerde yapraklara da ılık su püskürtmeniz bitki için faydalı olacaktır. Fakat bitkinin üzerinde su kalmayacağından emin olunuz.

8- Besleme 
Sağlıklı gelişim ve çiçeklenme için bitkiyi besleme önemlidir. Diğer bitkilerden farklı olarak orkide buna ihtiyaç duyar çünkü yaşadığı özel toprak yapısı gereği besin değerine sahip değildir. Orkideler için hazırlanmış özel besinlerden alabilirsiniz. Potasyum, Fosfat, Azot ve Demir bileşiklerini içeren sıvılar işinizi görecektir. Sulama suyuna karıştırarak verilmesi tavsiye edilir. Sulama da olduğu bitkiyi beslemek için de en iyi zaman öğleden sonradır.

Not: Yaprakların da beslenmesi gereklidir. Fısfıs yaparak yapraklara söz konusu bileşikleri içeren suyu nemlendirecek kadar sıkabilirsiniz, bunu diğer beslemeden daha sık yapmanız bi sakınca yoktur. Bunun için en iyi zaman günün erken saatleridir.

Orkideler solunca sapı nasıl kesilmelidir?

Sapta dikkatli bakınca göreceğiniz filiz boğumları bulunmaktadır. Onların en kuvvetli görünenlerini sayın, diğerlerini hesaba katmayın.

En Alttan yukarı doğru 3 (üçüncü) boğum yerinin 2-3 cm yukarısından kesin ve kesilen yere TARÇIN sürün.

Sapın altındaki yaprak sağlığını yitirmişse o saptan hayır gelmeyecektir. Yapmanız gereken En dipten 4-5 cm yukarısından kesip sapı atmaktır. Yaz sonundan itibaren birkaç hafta serin esintilere maruz kaldığında eğer söz konusu sağlığı yitirme nedenini ortadan kaldırmışsanız tekrardan çiçek sapı çıkacaktır.

Makas yerine maket bıçağı gibi keskin ve düz hatlı bir kesici daha iyi olacaktır. Kesilen yeri dezenfekte edip (alkol), hemen sonrasında sabah saatlerinde birkaç saat pencereden esinti alacak şekilde bekletmeniz faydalı olacaktır.


Eğer yetiştirmek istiyorsanız, size gelen bir orkideyi öncelikle şu işkence gördüğü ortamdan kurtarıp yetiştirmeye başlayabilirsiniz


22 Haziran 2015 Pazartesi

Divan

Vezir-i Azam (Sadrazam) : Divana başkanlık yapar.
Vezirler : Bakanlar
Defterdar : Mali işlere bakan
Nişancı : Tuğracı, Özel Kalem
Şeyhülislam : Fetvacı, ulemanın başı
Kazasker : Büyük davalara bakan
Reis-ül Küttap : Dışişlerinden sorumlu
Kaptan-ı Derya : Donanmadan sorumlu
Yeniçeri Ağası : Asayişten sorumlu
Subaşı : Yörelerde güvenlikten sorumlu

Sınırların genişlemesine paralel olarak DEFTERDAR, KAZASKER ve VEZİR sayısı artmıştır.

Şeyhülislam, Reis-ül Küttap ve Kaptan-ı Derya yükselme döneminde divan üyesi olmuştur.

İlmiye: Şeyhülislam, Kazasker, Müderris, Kadılar
Kalemiye: Nişancı, Defterdar, Reis-ül Küttap, Divan Katipleri
Sayfiye: Sadrazam, Kaptan-ı Derya, Beylerbeyi, Sancakbeyi, Yeniçeri Ağası


9 Haziran 2015 Salı

Yurt Dışından Gelen Cep Telefonu Kaydı

Gümrükler Genel Müdürlüğü 31.01.2008 tarih 2981 sayılı yazısı yapılan düzenlemeye göre bir kişiye 2 takvim yılında bir cep telefonu getirebilme hakkı tanınmış, en geç 1 ay içerisinde cihazın kayıt altına alınması zorunluluğu getirilmiştir.

Yurt dışından getirilen telefonlar 60 gün kayıt yaptırılmadan kullanılabilmektedir. 60 gün sonunda kayıt altına alınmayan cihazlar iletişime kapatılmaktadır. (IMEI numarası olan tüm cihazlar tabidir)

Kayıtlar Türk vatandaşları için artık e-devlet üzerinden yapılmaktadır. (pasaport bilgileri, giriş tarihi, IMEI numarası gibi bilgilerin yazılması gerekli)

Öncelikle kayıt hakkı sorgulanmalı ve ardından kullanım harcının yatırılması gerekmektedir. Bu harç bankalara yatırılabilmektedir. (bazı bankaların internet bankacılığında mevcut)
-2015 itibariyle 130 TL








5 Haziran 2015 Cuma

Yurtdışından Valizlerimi Kargo Yapabilir miyim?

Yolcunun yanında getiremediği ve kargo veya posta yoluyla gönderdiği kişisel eşyasını uçuştan 1 ay önce veyahut en fazla uçuştan sonra 3 ay süresince gönderme imkanı bulunmaktadır. Söz konusu eşya hakkında limitler eşyaların yalnızca kişisel kullanıma mahsus eşyalar olmasıdır. Onun dışında kilogram veya kıymet sınırlaması bulunmamaktadır. Kişinin Türkiye’ye giriş yaptığı tarihi ispatlamak amacıyla pasaportu (ülkeye giriş kaşesi mevcut) ile birlikte eşyanın bulunduğu gümrük idaresine başvurması gerekmektedir. Kargo firmasına yapılacak ödemeler göz önünde bulundurularak, onun dışında herhangi vergi ödemesi yapılmadığı bilinmelidir. 

Eğer söz konusu 1 ay önce 3 ay sonra süreler aşılmış olursa, ve bu durum mücbir sebep ve beklenmeyen halden kaynaklandığı eşyanın bulunduğu Gümrük İdaresinin bağlı bulunduğu Bölge Müdürlüğünce tespiti yapıldığında bir defayla sınırlı olmak üzere 3 aylık süre uzatımı verilmesi mümkündür.

Osmanlı Devletinde Kuruluş Dönemi İlkler

Osman Gazi Dönemi
1299 Bağımsız Devlet kuruldu
İlk para basıldı
Düzenli ordu yok

Orhan Gazi Dönemi
İlk Divan (vezirlik makamı)
İlk gümüş para
İlk sürekli ordu
İlk medrese (iznik)
Bursa başkent
Karesioğlu Beyliği katıldı
Donanma sahibi olundu

I. Murat Dönemi
İlk Tımar sistemi
İlk Sadrazamlık
İlk Kazaskerlik
İlk Defterdarlık
Yeniçeri Ocağı kuruldu
İlk Beylerbeyi kuruldu (Rumeli)
Pençik Sistemi
Devşirme Sistemi
İlk Kez Sultan ünvanı

Yıldırım Beyazıt
İlk Tershane
Anadolu Hisarı
Anadolu Beylerbeyi

Fatih Sultan Mehmet
Başkent İstanbul
Toprak bütünlüğü
İmparatorluk geçişi
İlk altın para
Topkapı Sarayı
Şehzadeler sancaklara vali olarak görevlendirmeye başlandı

Enderun (Saray Mektebi)

28 Mayıs 2015 Perşembe

Karahanlılar

840-1212
Kurucu: Bilge Kül Kadir Han

İlk Müslüman Türk Devleti
İlk Türk-İslam Sentezi Eserler
İlk İslam Mimari (Semerkant Medresesi)
İlk Türk Hastanesi (Bimarhane)
İlk Posta Teşkilatı
İlk Kervansaray (Ribat)
İlk Türk-İslam Medrese (Tamgaç Buğra Han Medresesi)
İlk Köprü

İlk yazılı Türk-İslam eserleri
Kaşgarlı Mahmut - Divan-ı Lügat-ı Türk
Yusuf Has Hacip - Kutadgu Bilig
Edip Ahmet - Atabet’ül Hakayık

Ahmet Yesevi - Divan-ı Hikmet

Tarih Temel Bilgiler - Orta Asya

Orta Asya Türk Devletleri

Devlet Yönetimi
Mete Han tarafından kurulmuştur
Federatif bir örgütlenme vardır
Ülke hanedan üyelerinin ortak malıdır
Hanedan üyeleri Kut inancı nedeniyle yönetme yetkisine sahiptir
Veraset sistemi yoktu
Kurultay vardı Danışma Meclisi
Toygun, kurultaya katılan devleti yöneten kişiler
Kurultay Üyeleri
Hakan, Hatun, Yabgu, Boy Beyleri, Hanedan üyeleri (Tigin, Tekin, Şad),
Hükümet üyeleri (Aygucı - Başbakan, Ağılığ - Hazine Bakanı, Tarkan - Askeri Yönetici, Buyruk - Bakan, Apa-Sivil Yönetici, Tamgacı-Dışişleri Bakanı, Tudun-Vali, Yargucu-Yargıç, Bitikçi-Katip)

Ordu
Atlı ve hareketli bir ordu yapısı
Ordu-Millet anlayışı var
Onluk sisteme göre düzenlenmiştir

Din İnanış
Gök Tanrı inancı
Ahiret inancı var
Tek Tanrılı inanç sistemi
Din adamlığı babadan oğula
Ölüler eşyaları ile gömülürdü
Cenaze Töreni YUĞ
Mezarlara KURGAN
Mezar taşlarına BALBAL
Cennet UÇMAĞ
Cehennem TAMU

Sosyal Hayat
Sınıf ayrımı yoktu
Göçebe yaşam (uygurlar hariç)
Kölelik yoktu

Ekonomik Hayat
Hayvancılık
Demircilik
Dokumacılık
Son dönemlerde Tarım
Ticaret (İpek Yolu)

Toplum Yapısı
Oguş, Aile
Urug: Soy: ailelerin birleşmesi
Boy: kabileler
Budun: boyların birleşmesi
İl: Devlet: budunların birleşmesi

Hukuk
Sözlü ve Örfi olarak gerçekleşir
Gelenek Görenek
Kurultay Kararları
Kağan / Hakan kararları

Hükümdar Ünvanları
Hakan, Han, Yabgu, Tanhu, Şahyu, İlteber, İlteriş, İdi-kut, Kağan, Erkin

Hükümdar Sembolleri
Taht, Tuğ, Sancak, Bayrak, Otağ, Kağan Çadırı, Yarlığ - Ferman, Buruk

Bilim Kültür Sanat
Göktürk ve Uygurlar alfabe
Orhun Abideleri
Sözlü ve yazılı destanlar
12 Hayvanlı Türk takvimi
Minyatür Sanatı
Eşyalarda Hayvan üslubu
Heykel yapımı
Yazıya geç dönemde geçilmişti


Yabgu: Kağan adına ülkenin bir bölümünü yönetirdi, genellikle veliahtlar bu makama getirilirdi
Şad: Ülke yönetiminde tecrübe kazanması için oymak ve boylara idareci olarak gönderilen hükümdar soyundan kişiler
Tekin/Tigin: Şehzade, en becerikli şehzadelere verilen ünvan
Subaşı: Ordu Komutanı


Türklerde sınıflaşma ve kölelik olmamasının nedeni, göçebelik ve töre kurallarıdır

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Ben Neyim?

İnsan eğer karşılaştırma yapmaz veya taklit etmezse.. ayrıca geçmişten gelen yaralar, sonuçlar ve neticesinde imgeler olmadığında ancak ben neyim sorusuna cevap bulabilir. Aslında ilk etapta hiçbir insan kendini bu yukarıda bahsettiğim bilgiler haricinde tanımlayamaz. Çünkü bütün bahsedilen imgeleri yaratan düşüncedir ve aydınlanma içinde, huzurlu ve sakin bir hayat yaşamak için tüm bunların ötesine geçmek zorundayız.

Ben bir kelime miyim? yoksa bir tasvir miyim? bir düşünce miyim birikmiş anıların, deneyimin ve bilginin bir sonucu olan sözcükler ve fikirlerden oluşan. Tüm bunların aslında beni tanımlamadığını düşündüğümüzde zihin tamamen boş olacaktır. Zihnimiz bu hiçbir şeyin var olmaması ile yüzleşebilir mi? Asıl problem bu noktada başlamaktadır. Uygarlık hep bizlere bir şey olmamızı, bir şeyler başarmamızı, bir topluluğa katılmamızı ve onlar gibi saçlarımızı uzatıp veya saçlarımızı kestirmemizi ve daha nice normları yüklemektedir. Toplum küçük veya büyük olsun fark etmez beni böyle bir kalıba sokma eğilimi içerisindedir. Bu kalıp kişinin ayrıca imgesi olmaktadır yani kişi ancak kendisini bu imge olarak tanımlaya bilmektedir. Fakat bu yüzeysel düşünce sürecinde aslında gerçek ben kavramı konusunda hiçbir fikrimiz olmamaktadır.

Elbette belli seviyede yaşadığımız dünyanın fiziksel kurallarına uymak, nasıl araba kullanmak gerekiyorsa öyle kullanmak gibi uyum göstermek gereklidir. Fakat burada ifade edilmek istenen psikolojik olarak uyum göstermeme durumudur. Çünkü bu manada bir uyum sağlama baskısı içinde yaşadığımız toplumun bir sonucudur, başkalarının yardımıyla içimde oluşan imgenin bir sonucudur. Bu imge incinebilir bir şeydir, yani incinen imgedir. Toplumda karşılaştırma yoluyla kendini büyük veya küçük, aşağı ya da üstün gören imge olmaktadır. Fakat ölçüm olmadığında bir imge mevcut olacak mıdır? Zihin imge olmadan yaşamaya başladığında asla incitilmez.

Ancak bu seviyede gerçek bir ilişki kurmak mümkün olacaktır. Kişi hakkında daha önceye dayanan bir incinme hissine sahipsinizdir bunun temel nedeni sizdeki bir imgedir. Bu durumda insanlar arasındaki bir ilişkiden de söz edilemez. Zihin tek bir imge olmadan, dolayısıyla bir sonuç çıkarmadan yaşama becerisine sahiptir, ulaşılması zor olsa da. Bu seviyede asla incitilemez veya ölçüm, kıyas yapma halinde olamaz. Böyle bir zihin masumdur ve dolayısıyla tam manasıyla özgürdür.

Ayrıca bu durum bilinç için de geçerlidir. Bilincin içeriği var olan bilincimiz olarak kabul edilmelidir. Mesela benim bilincim milliyetçilik ve eğitimimden gelen sayısız şeyle oluşturulmuştur. Bu bilinci oluşturan içeriktir. Bu içerik sınırları tayin eder, hudutları çizer. Fakat eğer bu sınırları tayin eden bir içerik yoksa, o zaman bilinç nedir? O zaman bilinç, merkezi olmayan çevresi de olmayan bir boşluktur. Aşk da budur, aşkın da boyutu yoktur. 

kaynak: krishnamurti

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Eski Türk Devletleri

Büyük Asya Hun Devleti
Kurucu TEOMAN
İlk teşkilatlı devlet
İkili sistemi ilk uygulayan
Türk kavimleri Hun egemenliğinde toplandı
Onluk sistem ilk ordu kuruldu
En Geniş Topraklar Metehan

Avrupa Hun Devleti
Kurucu Balamir
Avrupa’da İlk Türk Devleti

Göktürk Devleti
Kurucu Bumin Kağan
Türk Adını İlk Kullanan
Bizansa İlk Elçi

2. Göktürk Devleti
Kurucu Kutluk İlteriş Kağan
Orhun Abideleri (ilk yazılı) Tavsiye Kurallar

Uygurlar
Kutluk Bilge Kul Kağan
Kağıt üzerine yazılı belgeler
18 harfli Uygur alfabesi
Yerleşik hayata geçen ilk Türk devleti
Maniheizm inancı
İlk Türk Tiyatro Orta Oyunu Sergilediler
Minyatür Sanatı İlk Kullanan Devlet

İskitler (Sakalar)
Avrupa içlerine kadar gittiler
At Koşumu ilk kez kullandılar

Hazarlar
Museviliği ilk ve tek benimseyen Türk Devleti
Müslüman Araplarla ilk savaşan Türk Devleti

Türgişler
Kendi adlarına para bastıran ilk Türk Devleti
İlk Türk alfabesi

Kırgızlar
Dünyanın en uzun destanı MANAS

Karusklar
İslamiyeti kabul eden ilk Türk boyu
Göktürk yıkılmasında rolü büyük

Avarlar
İstanbul’u ilk kuşatan Türk Boyu

Peçenekler
Devletleşememiş tek Türk Boyu

Kıpçaklar

Dede Korkut Öyküleri

Türklerin Orta Asya'dan Göçü

Türklerin ilk ana yurdu Orta Asya
doğuda Kingan Dağları, batıda Hazar Denizi
güneyde Hindikuş ve Karanlık Dağlar
kuzeyde ise Altay Dağları ve Baykal Gölü ile çevrili geniş bir coğrafyadır

Orta Asya’dan Göç Nedenleri
-Ekonomik Güçlükler
-Nufüs Artışı
-Verimli Arazi Arayışı
-İklim Koşulları
-Dış Baskılar (Çin, Moğol)
-Otlakların Yetersizliği
-Yeni Ülkeler Fethetme Arzusu
-Salgın Hastalıklar
-Kendi Aralarında Çekişmeler

Göçlerin Sonuçları
-Türk Kültür ve Uygarlığı Yayılması
-Orta Asya’da Nufüs Azaldı
-Türk Boyları Kültürel Özelliklerini Yitirdi
-Farklı Kültürlerle Etkileşim
-Göç Ettikleri Yerlerde Taş Devrinden Maden Devrine Geçişi Sağlama
-Türk Tarihini Belli bir Coğrafyada Bütün Halinde İncelemek Zor

Kavimler Göçü Sonuçları
-Avrupanın Bugünkü Etnik Yapısı
-Roma Dışında Hristiyanlık Yayıldı
-Feodalism Derebeylik Temelleri Atıldı
-Roma İkiye Ayrılmış, Doğu ve Batı
-Avrupada Kilise Güç Kazandı
-Servetin Göstergesi Toprak Olmuştu
-100 Yıllık Karışıklık


4 Mayıs 2015 Pazartesi

Yolcu Beraberi Eşya Muafiyet Listesi

A) TÜKETİM MADDELERİ
a) TÜTÜN VE TÜTÜN ÜRÜNLERİ
1- Sigaralar
400 adet
2- Sigarillolar (her biri 3 gr.dan ağır olmayan purolar)
100 adet
3- Puro
50 adet
4- Kıyılmış tütün (200 yaprak sigara kağıdı ile)
250 gr.
5- Pipo tütünü
250 gr.
b) ALKOLLÜ ÜRÜNLER
1- Alkol derecesi % 22’yi geçen alkol ve alkollü içkiler
1 lt.
2- Alkol derecesi % 22’yi geçmeyen alkol ve alkollü içkiler
2 lt.
c) KOZMETİK ÜRÜNLER
En fazla 120 ml.lik şişeler içinde beş adet kolonya, lavanta, parfüm, esans veya losyon
ç) GIDA ÜRÜNLERİ
1- Çay
1 kg.
2- Çözülebilir hazır kahve
1 kg.
3- Kahve
1 kg.
4- Çikolata
1 kg.
5- Şekerden mamul yiyecek
1 kg.
B) DİĞER EŞYA
a) GİYİM VE YOLCULUK EŞYASI
1- Yolcunun giyinip kuşanmasına mahsus eşya
2- Yolcunun yaşantısına mahsus eşya ile seyahat eşyası
b) ELEKTRONİK /DİJİTAL EŞYA
1-LCD veya plazma ayrımı yapılmaksızın bir adet renkli televizyon (55 ekrana [55 ekran dahil] kadar)
2- Birer adet video kamera (10 adet boş kaseti ile birlikte) ve fotoğraf makinesi (hafıza kartı veya 5 adet filmi ile birlikte)
3- Bir adet GPS yön bulma cihazı
4- Bir adet dizüstü bilgisayar ya da PC, aksam ve parçaları (flash bellek, harici hard disk dahil)
5- Bir adet radyo veya radyo-teyp
6- Her türlü ses ve görüntü kaydedici ve oynatıcı cihazlardan bir adet ile bu cihazlara ait toplam 10 adedi geçmemek üzere üzerine kayıt yapılabilen plak, teyp kaseti, CD, VCD, DVD
7- Bir adet kasetli veya oyun kartlı elektronik oyun aleti
8- Tv, müzik çalar, video oynatabilme özelliğine sahip olanlar dahil olmak üzere GSM-Cep telefonu (yabancı misyon mensupları hariç iki takvim yılında 1 adet)
c) MÜZİK ALETLERİ
Elde taşınabilir müzik aletlerinden birer adet olmak üzere en çok 3 adet
ç) SPOR VE OYUN ALETLERİ
1- Bir adet kamp çadırı
2- Bir adet dalgıç takımı
3- Bir adet motorsuz şişirme bot
4- Bir adet yelken tertibatlı sörf
5- Bir çift yüzme paleti
6- Golf malzemesi (golf aracı hariç)
7- Yolcunun tek başına kullanabileceği özelliğe sahip birer adet olmak üzere spor yapmasına mahsus diğer spor alet ve giysileri (paraşüt ve kayak takımı dahil, deniz motosikleti ve motorlu deniz kızağı hariç)
d) SAĞLIK CİHAZLARI
1- Hasta yolcuya ait yatak
2- Maluller için hareket ettirici tertibatı bulunan motorlu, motorsuz koltuk
3- Şahsi tedavide kullanılan ilaçlar
4- Kişinin kullanımına mahsus tıbbi cihazlar
5- Gaz maskesi, koruyucu elbise
e) MUTFAK EŞYASI
Yolculuk esnasında kullanılacak mutfak aletleri ile birer adet olmak üzere küçük ev aletleri
f) DİĞERLERİ
1- Hac ve umreden gelen yolcuların beraberlerinde getirecekleri veya posta veya kargo yoluyla gönderecekleri, Müsteşarlık ile Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek miktarda hurma ve zemzem suyu
2- Çocuk yolcuya mahsus bir adet çocuk arabası
3- Çocuk yolcuya mahsus oyuncaklar
4- Bir adet ütü
5- Bir adet bisiklet
6- Bir adet el dürbünü (gece görüş dürbün ve gözlükleri ile gece görüş keskin nişancı dürbünleri hariç)
7- Araçla birlikte yolculuk halinde, aracın kendisine ve sürücüsünün kullanımına mahsus diğer alet ve cihazlar ( Akü şarj cihazı, akü ile çalışan otomobil süpürgesi, akü ile çalışan buzluk vb.)
8- Kişisel kullanıma mahsus kitap veya benzeri basılı yayın
9- Yolcunun beraberinde olmak kayıt ve şartıyla evcil hayvanlardan toplam 2 adet veya 10 adet akvaryum balığı (veteriner sağlık raporu, orijin ve aşı belgesi ile varsa kimlik ve eşgal belgesi ibrazı şartı ve veteriner kontrolü kaydıyla)


14 Ocak 2015 Çarşamba

Yaşamın Anlamı

Dünyanın süregelen tarihi dışında, kendimiz ve varlığımız hakkında doğumdan önceki zaman hakkında herhangi bir bilinçli bilgiye sahip değiliz. Var olmadan önceki zamanlarımızda bu dünya ve üzerindeki yaşam bizim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Böyle bir dünyanın, böyle bir yaşamın olduğu hakkında hiçbir fikrimiz olmadığı gibi bunu düşünecek bir bilince de sahip olmadığımız tahmin edilmektedir. Fakat bir gün geldi ki, her insan gibi biz de bilinçsizliğin karanlığından uyanıp, bu hayatta var olmaya başladık.

Bilinçli bir varlık olarak var olmadan önce, temel olarak acı ve mutluluk duygumuz yoktu ve bu kavramlar bizim için bir karşılık ifade etmiyordu. Yani var olmadan önce hiçbir şey bizi üzemez, incitemezdi. Pek tabii ki ayrıca hiçbir şey de mutlu edemezdi. İki durumun kıyaslanmasında dikkat çekmemiz gereken önemli nokta ise insanın doyumsuz bir mizaca sahip olmasıdır. Doğal olarak, peşinde koştuğumuz her şey onu elde ettiğimiz andan itibaren eski değerinde olmaz. İnsanoğlunun doğası budur. Bu temel ekonomi biliminde marjinal fayda olarak açıklanır, felsefede insanın tatminsizliği olarak tanımlanabilir. Bir şeyi ne kadar çok istersek isteyelim, onu elde ettiğimizde eskiden istediğimiz kadar onu istemeyeceğimiz kesindir. Hayatın başlarında neler umut edersek edelim, hayat bize neler vaat ederse etsin, mutluluk hep elde ettiğimizden daha fazlasını istemek olurken, pek çok insan gibi tam anlamıyla mutlu olamıyoruz. Sonuç olarak, yaşam bir illüzyon olarak kabul edilebilir. Çok fazla arzu edilen şeyler asla gerçekleşmez. (belki de çok fazla arzu edilmesinin sebebi de budur), ta ki arzu edilen şeyin ne kadar az arzu edilmeye değer olduğunu görene kadar. Çünkü artık onu o kadar fazla arzu etmeyiz.

Mutluluk insanlar için her daim ya gelecekte ya geçmiştedir. İçinde bulunduğumuz zamanı ise gökyüzündeki belli oranda küçük bir buluta benzetebiliriz. Bulutun önü ve arkasında her şey günlük güneşlikken, yalnızca kendisi üstünde olduğu alanı gölgede bırakır. Aksine acı duymak ise mutluluk kavramını tam olarak karşılamamaktadır. Acı duymak kesindir, katidir. Öyle acılar vardır ki, o an içerisinde ızdırap sahibine ne verilirse verilsin etkisini bir kademe bile azaltmaz. Fakat, bir acı en mutlu anınızda bile sizin derinden etkileyebilir. Bunu örneklendirmek sizin hayal gücünüze kalmıştır.

Acı ile mutluluk karşılaştırıldığında, hangisinin daha güçlü olduğunu da bu şekilde görmüş olursunuz. Konumuzun başına döndüğümüzde ise var olmamızın iki temel ayrıcalığı mutluluk ve acı duymak olduğundan varlığımızın aslında bizler için bir ızdırap olduğunu görebiliriz. Bu dini olarak da çok önemli bir kavramdır. Ölümden sonraki yaşam neredeyse tüm kadim dinlerde, sonsuz ve dertsiz, tasasız (yani kısaca acısız) tasvir edilirken, mutluluk kavramı herkes için açık bırakılmıştır.



2 Ocak 2015 Cuma

Okyanusya Mitolojisi

Okyanusya Mitolojisi

18 yüzyıla kadar yani keşfedilene kadar, gerek pasifik adalarındaki kabileler, gerekse Avustralya’daki Aborijin halkının kültürleri dünyadaki diğer toplumlardan kopuktu ve geleneksel bir yaşam tarzı sürdürülmekteydi. Meşhur Paskalya Adası’nın (yerlilerin dilindeki ismiyle Rapa Nui) sakinleri dışında, yazıya dayalı bir kültür olmayışı nedeniyle klanların kültürlerinde efsanelere dair bilgilerin şarkılar ve hikayeler aracılığıyla aktarılması önemli yer tutmaktaydı. Bugün bile bu durum aynı şekilde devam etmektedir. Beyaz göçmenler bu kültürlere çok farklı şekillerde yaklaştı. Aydınlanma sonrası Okyanusya insanları “mutlu vahşiler” olarak romantikleştirilmiş ve belli ölçüde koruma altına alınmıştır. Avustralya Aborijinleri ve Yeni Zelanda’nın savaşçı Maorileri “barbar vahşiler” olarak anıldı ve baskı altında tutuldu.

Okyanusya adaları Polinezya, Melanezya ve Mikronezya denen üç bölgeye ayrılır. Yeni Zelanda Maorilerinin yanısıra Hawai ve Paskalya Adası (Rapa Nui) sakinleri Polinezya kültürü grubuna girmektedir. Bu adaların yerleşime açılması büyük ihtimalle MÖ 1500 lerde Tayvan ve Filipinlerden teknelerle gelen insanların göç dalgasıyla başladığı düşünülmektedir. İlk göç eden çiftçiler daha sonra göç eden ve daha donanımlı olan soyluların egemenliği altına girmiştir. Yeni göçmenlerin kurduğu katı hiyerarşik sosyal düzende, kökenlerini ya da soy çizgilerini kültürel kahramanlar olarak tapınılan ilk göç eden soylulara dayandırabilenler yüksek statüye kavuşmuşlardı.

Sosyal hiyerarşi efsanelerde ve tanrıların dünyasında da izler bırakmıştır. Tanrı hiyerarşilerinin üst kademelerinde de çoğu kez yaratıcı ilahlar oturmaktaydı. Ara kademedeki tanrılar ise çoğu kez ay ve güneş gibi doğal olgularla ya da savaş ve doğum gibi kültürel olgularla özdeşleştirilmiştir. Ata ruhları ise en alt kademede yer almıştır. Okyanusya halklarının mitolojik manevi dünyasına “mana” ve “tabu” kavramları sinmiştir. Mana şaşırtıcı güçte bir manevi yaşam enerjisini belirtmektedir. Bu enerji kendisini olağan dışı doğal olgularda, insan başarılarında veya bir klan ya da aile için özel önem taşıyan nesnelerde dışa vurabilmekteydi. Tabular insanlar, hayvanlar, yemekler, yerler ve hepsinden önemlisi, ölümle veya cesetle ilintisi olan her türlü şey için geçerli olabilmekteydi. Genellikle belli bir süreyle de ilişkilendirilmekteydi. Yasak konmuş tabu nesnelerine hiçbir şekilde dokunulamaz. Çoğunlukla tabular sosyal hiyearşiyi ayakta tutmak için kullanılmıştır, söz konusu tabular belli insanlar veya ehil kişiler için sınırlı bir geçerlilik ya da hiç geçerli sayılmazdı.

Okyanusya Yaratılış Efsaneleri
Okyanusya’nın ada toplumlarının yaratılış efsaneleri değişkendir. Farklı bölgelerde farklı efsanelerin görüldüğü bilinmektedir. Yeryüzünün yaratılışını ve toplumun tanrısal yapısını anlatan bu efsanelerin ana karakterleri, yaratıcı tanrılar ve insanlığa daha iyi tekne yapım teknikleri ve ulaşım becerileri gibi atılımları kazandıran pek çok yarı tanrılardır.

Önde gelen kabile reisleri, toprak sahipleriydi. Toplumda yüksek mevkileri vardı ve mana denen bir manevi güç taşıdıklarına inanılırdı. Polinezya adalarındaki birçok toplum Tangaroa’yı en yüksek mertebedeki yaratıcı tanrı ve üst sınıfların ilk atası olarak görmekteydi. Diğer ada toplumları ise IO ve IHO veya KIHO adıyla anılan tek bir yaratıcı tanrıya taparlardı. Maori tanrılarının kökeni ilk tanrısal atalar gök baba Rangi ile toprak ana Papa’nın evlenmelerine dayandırılırdı.

Tangaroa’nın yumurtadan çıkışı
Okyanusya hakları tarafından yaşamın temelini onun attığına inanılırdı. İnanışa göre, gökyüzünün ve yeryüzünün doğuşu onun dünya yumurtasından çıkışının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu yumurtayı çatlatarak kırmasıyla birlikte, üst taraf gökyüzüne alt taraf yeryüzüne dönüşmüştür.

Tiki
Okyanusya mitolojisindeki ilk insan olarak kabul edilir. Tanrısal varlıklar Rangi ve Papa’nın oğludur. Başlangıçta tek başınadır. Kendi imgesini bir gölcükte görünce hemen üzerine atlar, fakat bu hayal kırıklığı sonrası Tiki şişerek, bir kadının doğmasına sebep olmuştur.


Geleneksel Okyanusya dünya görüşü bu dünya ile öbür dünyayı, yani maddi gerçeklikle ile doğaüstü manevi ortamı kesin çizgilerle birbirinden ayırmaz. Atalar, koruyucu ruhlar olarak dünyada önemli bir rol oynadığına inanılırdı. Onlardan yardım istenir, kızmamaları için törenler düzenlenir ve saygı gösterilirdi. Herkesin sahip olduğu makamı atasına dayandırması beklenirdi. Çünkü her nesnede ve kişide bulunan “mana”nın atalardan geldiğine inanılırdı. Bunu günümüzde biz öldükten sonra bile kaybolmayan enerji kavramı ile ilişkilendirebiliriz. Atalara sanki ailenin yaşayan bir mensubu gibi davranılması gerekirdi, bu sayede onları koruyacağı düşünülürdü. Ölen bir kişinin dünyadan ayrıldığını söylemek yerine, varoluşun daha yüksek bir katına yükseldiği söylenirdi. Ayrıca manevi gücün insan kafatasında olduğuna inanılırdı. Ataların kafatasları çoğu kez yıkanıp, boyanır ve süslenirdi. Daha sonrada evlerin onur verici bir köşesine yerleştirilirdi. Diğer yandan bazı halklarda görülen kelle avcılığı da mana inancı dayanmaktaydı. Bir kelle avcısı düşman bir savaşçının kafatasını aldığında, onun manasını ele geçirmiş olurdu.