31 Mart 2011 Perşembe

Bretton Woods Sistemi

Bretton Woods Sistemi

İkinci Dünya Savaşı öncesinde uluslararası mali konularda ülkelerin dayanışmasına çok az rastlanılmıştır. Ancak, Dünya Savaşları sonrasındaki dönemde artık sıkı bir uluslararası işbirliği görülmüştür.

Önceki dönemde yaşanan gelişmelerin neticesinde dünya ticaretini serbestleştirecek, çok taraflı denkleşmeye imkan sağlayacak ve savaşta yıkılan ekonomilerin onarımını kolaylaştıracak bir uluslararası ticari ve mali sistemin kurulması herkes tarafından gerekli görülüyordu. Bu yüzden ülkeler daha savaş sona ermeden yeni bir uluslarası para sistemi oluşturmak için 1944 de Amerika’da Bretton Woods kasabasında toplanmışlardır.

Bretton Woods Sistemi, İngiltere ile Amerika arasında bir uzlaşmanın sonucunda ortaya koyulmuştur. Konferansa Keynes tarafından hazırlanan “ingiliz planı” ve Hazine Bakanı White tarafından savunulan “amerikan planı” olmak üzere iki tasarı sunulmuştur. Konferans sonusunda ufak değişiklikler yapılarak Amerikan Planı kabul edilmiştir.

Keynes planında dış açıkla karşılaşan ülkelere otomatik kredi sağlayacak bir mekanizma kurulması düşüncesi yer alıyordu. Ayrıca bu plana göre, uluslararası denkleşmenin yükü sadece açık veren ülkelerin omuzlarına yüklenmemeli, sistem dış açık veren ülkeleri olduğu kadar fazla veren ülkeleri de denkleşmeye zorlamalıydı. Bunlar dışında Keynes Planı bir uluslararası Kliring Birliği kurulmasını içeriyordu. Birlik, bir dünya merkez bankası gibi çalışması düşünülüyordu. Bu yapı “bancor” adı verilen bir uluslarası ödeme aracı çıkartacak ve dış ödemeleri çok taraflı olarak denkleştirecekti.

ABD nin durumuna bakarsak, bu ülkenin ekonomisi savaştan daha da güçlenerek çıktığı için ABD dünya ticaretine konulan kısıtlamaların kaldırılmasını, kurulacak sistemin altın standardındaki gibi istikrarlı olmasını ve bunun için de bir sabit kur sisteminin kurulmasını istiyordu. Diğer taraftan, sistemin 1920 lerdekine benzer şekilde enflasyonist olmaması için, dış denkleşme zorunluluğunun açık veren ülkelere yüklenmesini savunuyordu. Ayrıca, savaşta yıkılan ekonomilerin onarımına katkıda bulunmak üzere de ayrı bir uluslararası kuruluşun oluşturulmasını gerekli görüyordu.

Bretton Woods Konferansları’nda ayrıca Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’nın (IBRD: Dünya Bankası) kurulması kararlaştırılmıştır. Bu ikiz kuruluşlardan birincisi uluslarası para sisteminin işleyişinden sorumlu olacak, diğeri ise Avrupa’nın onarım ve kalkınma çabalarına mali kaynak sağlayacaktı.

Savaştan sonra uygulanmak üzere kararlaştırılan para sistemine toplantıların yapıldığı yerin isminden dolayı Bretton Woods Sistemi denilmektedir. Fakat sistemin düzenli işleyişini sağlamak görevi IMF ye verildiği için, bu sisteme IMF sistemi de denilmiştir.

Bretton Woods Konferanslarına, Sovyet Rusya ve Doğu Avrupa ülkeleri ile birlikte, kırk dört ülke temsilcisi katılmıştı. Bunların çoğu az gelişmiş ülkelerdi. Ancak Sovyetler Birliği ve öteki sosyalist ülkeler (romanya hariç) Bretton Woods Anlaşmasını imzalamamışlardır. Bu yüzden Bretton Woods Batılı Kapitalist ülkelerin oluşturduğu sistem olduğu unutulmamalıdır.

Bretton Woods (IMF sistemi) analitik olarak önceki yazılarımızda bahsettiğimiz “ayarlanabilir sabit kur” modeline dayanmaktadır. Bu sistemin nitelikleri konusunda sözünü ettiğim yazımızda gerekli açıklamalara ulaşabilirsiniz.

Bretton Woods Sistemine göre ABD dışındaki tüm IMF üye ülkeleri, resmi kurdan paralarının değerini dolar cinsinden tanımlamışlardı. Bir paranın resmi dolar karşılığına o paranın “dolar paritesi” denilmekteydi. ABD’nin ise ayrıcalıklı bir durumu söz konusuydu. Bu durum kısaca, ABD dolarının 1 ons altın : 35 $ fiyatından altına bağlanmasıdır.

Her ulusal paranın bir dolar paritesi olduğu ve dolar da bu sabit fiyattan altına bağlandığı için, tüm ulusal paralar dolaylı olarak altına bağlanmış olmaktadır. Yani her ulusal paranın bir de dolaylı “altın paritesi” mevcuttu. Amerika ayrıca, yabancı merkez bankalarına ellerindeki dolarları Federal Rezerve Bankasına arz etmeleri durumunda, sabit resmi fiyattan onlara altın satma sorumluluğunu üstleniyordu. Sistem dolaylı da olsa altına dayandığı için, bazıları buna “altın kambiyo sistemi” (gold exchange system) de demiştir.

Bretton Woods Sisteminde, ulusal paraların dolar paritesi etrafında dalganan marjı, alt ve üst yönde ±%1 olarak sınırlandırılmıştı. Üye ülkelerin merkez bankaları, döviz piyasasına müdahale ederek ulusal paraların değerinin bu alt ve üst sınırların dışına çıkmasına engel olacaklardı. Müdahale maksadıyla kullanılacak para da sistemin niteliği gereği, Amerikan Doları olmaktaydı.

Sistemde, dış ödeme dengesizliklerini gidermek için üye ülkelere paritelerde değişiklik yapma imkanı tanınıyordu. Ancak, temelde bir sabit kur sistemi söz konusu olduğu için, devalüasyon ve revalüasyon gibi kur değişiklikleri en son düşünülen çareler olmaktaydı. Dış açık ile karşılaşan ülkeler, önce döviz rezervlerini kullanacak ve para-maliye politikası gibi yurtiçi önlemlerle toplam harcamalarını kısmaya çalışacaklardı.

IMF in başlıca görevi, dış açık veren üye ülkelere kısa süreli kredi sağlanmasıydı. Kullanılan finansman kaynaklarına ve alınan iç önlemlere karşın, açıklar giderilemişse, o taktide devalüasyona başvurulması mümkün olmaktaydı. Fon yasalarına göre 10% dan daha yüksek oranda yapılacak bir devalüasyon için IMF in iznini almak gerekliydi. Fonun izin vermesi ise ödemeler bilançosunda “köklü bir dengesizlik” varolması şartına bağlanmıştı. Ancak IMF, devalüsyon konusunda bu katı tutumunu sonraki yıllarda değiştirmiş ve kredi kullanmak isteyen hemen her ülkeye devalüasyon koşulunu öne sürmeye başlamıştır.

Bretton Woods Sistemi ve Dolar
Bretton Woods Sisteminde dolar altına bağlı, değeri sabit bir para idi. Diğer taraftan bütün ulusal paraların bağlandığı ortak payda (numeraire) olmaktaydı.

Bu özellikleri neticesinde dolar uluslararası ekonomik ve mali alanda aşağıdaki işlevleri üstlenmiş olmaktaydı.

1. Uluslararası Ödeme Aracı
Dolar bir uluslararası ödeme aracı idi; çünkü uluslararası ödemelerde ağırlıklı olarak dolar kullanılıyordu. (günümüzde bu durum Euro’nun ortaya çıkışı ve ABD nin tek güç özelliğini yitirmesine bağlı olarak değişim içerisindedir)

2. Uluslararası Değer Standardı
Değeri değişmeyen bir para olduğu için uluslararası borç, alacak, ödeme, bütçe gibi mali değerler dolara bağlanıyor veya bu değerler dolar ile ölçülmekteydi.

3. Rezerv Aracı
Dış ödemelerde yaygın olarak kullanıldığı için dolar, altın ile birlikte ülkelerin dış ödemelerinde kullanmak üzere biriktirdikleri bir dış rezerv parası durumundaydı.

4. Müdahale Aracı
Tüm ülkeler paralarının resmi değerini dolar cinsinden tanımladıkları için bu değerin sabit tutulması için piyasaya yaptıkları müdahelelerde (merkez bankasının piyasadan döviz alım ve satımları) dolar kullanılmıştır.

Bütün bu özellikler ise Amerikan dolarına uluslar arası ekonomide bir çeşit “anahtar para” (key currency) statüsü sağlamıştır.

Doların IMF sistemi içerisindeki bu ayrıcalıklı yeri, şüphesiz Amerikan ekonomisinin dünyada o dönemdeki ağırlığından dolayı söz konusu olmuştur. Bir paranın uluslar arası ödeme aracı olarak kullanılabilmesi için, onun bazı özelliklere sahip olması gereklidir. Bu özelliklerin başında dünya ticaretinin gereklerine uygun olarak arzının kolayca arttırabilmesi ve herkes tarafından güven duyulan bir para olması gereklidir. Savaştan sonra ABD, Komünist Blok dışında dünya sanayi üretiminin 2/3 ünü tek başına kendisi karşılıyordu. Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya ise savaştan yeni çıkmış ekonomilerini onarmaya çalışmaktaydı. Bu rakipsiz üstünlük neticesinde doların anahtar para olması beklenen bir sonuç olmaktaydı.

Yabancı merkez bankaları, dolar rezervlerinin Amerika’nın merkez bankası durumundaki Federal Reserve Bank’a arz ederek diledikleri an altına çevirebildikleri dolara “altın kadar iyi, hatta daha iyi bir değer birimi” olarak bakıyorlardı. Çünkü, merkez bankaları bu dolarları New York sermaye piyasasında kısa süreli hazine bonoları ve öteki menkullere yatırarak bir faiz elde edebiliyorlardı. Oysa altın, merkez bankalarının kasalarına gömülü kaldığı için hiçbir faiz getirisi olmayacaktı. (altın resmi fiyatı sabit)

Doların anahtar para olması nedeniyle ABD’nin elde ettiği bazı önemli yararları mevcuttur. Bu yararlar ABD’nin bir tür dünya merkez bankacısı olmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Yazımızın üst kısmında belirtildiği gibi, dolar ikili bir fonksiyon ifa etmektedir. Bir yönüyle Amerika’nın ulusal parası iken, diğer yönüyle uluslararası ödemelere aracılık etmektedir. Sonuç olarak, Amerika, merkez bankasının çıkarttığı kağıt paralarla ithalatını finanse etmek gibi bir ayrıcalığa sahip olmaktadır.

Amerika dışındaki ülkeler ise ithalat giderlerini finanse edebilmeleri için ancak mal ve hizmet ihracı yapmalı veya başka bir yolla önce dolar (döviz) kazanmaları gerekli olmaktadır. Sistemin sadece ABD’ye sağladığı bu ayrıcalığa “seignorage” kazançları adı verilmektedir. Kuşkusuz doların bu statüsü, Amerika’ya uluslararası siyasal ilişkilerde de çok önemli bir üstünlük sağlamıştır.

IMF sistemi ABD’ye ayrıca bazı sorumluluklar da getirmekteydi. Örneğin, dış denge durumuna tüm ülkelerden daha fazla özen göstermek ve ödemeler bilânçosunda açık doğuracak politikalardan kaçınmak zorundaydı. Çünkü dış açıklar, doların değerinin düşürerek bu paraya duyulan güveni sarsabilmekteydi. Diğer taraftan ABD, doları bağımsız olarak, yani tek başına devalüe etme imkanına sahip değildi. Çünkü doları hiçbir ülkenin parasına bağlanmamıştı. Zaten devalüasyon, kambiyo denetimi, dış ticaret kısıtlamaları gibi önlemler doların anahtar para statüsü ile bağdaşmazdı. Ayrıca, ABD yabancı merkez bankalarının arz edecekleri dolarları altına çevirmek yükümlülüğü altında olduğundan, dışarıda dolar rezervlerinin aşırı ölçüde genişleyerek altın stoklarının eritmesine karşı duyarlı olunması zorunluydu.

Diğer yandan New York’un büyük bir mali merkez olmasının ABD açısından olumsuz yönleri de mevcuttu. Yabancı ülke ve şirketlerin bu piyasadan borçlanmaları ulusal para arzını ve faizleri beklenmedik şekilde etkileyebildiği gibi, dışarıya ihraç olunan fonlar dış ödemeler bilânçosu üzerinde baskıları arttırmaktaydı.

19 Mart 2011 Cumartesi

ÜDS Geçmiş Yıllarda Çıkmış Sorular

26.12.2010 tarihinde yapılan ÜDS soruları ve cevapları

2010 yılı Sonbahar Dönemi (ingilizce)

2010 yılı Sonbahar Dönemi (fransızca)


2010 yılı Sonbahar Dönemi (almanca)


21.03.2010 tarihinde yapılan ÜDS soruları ve cevapları

2010 yılı İlkbahar Dönemi (ingilizce)

2010 yılı İlkbahar Dönemi (fransızca)

2010 yılı İlkbahar Dönemi (almanca)


-----

04.10.2009 tarihinde yapılan ÜDS soruları ve cevapları

2009 yılı Sonbahar Dönemi (ingilizce)

2009 yılı Sonbahar Dönemi (fransızca)

2009 yılı Sonbahar Dönemi (almanca)


24.03.2009 tarihinde yapılan ÜDS soruları ve cevapları

2009 yılı İlkbahar Dönemi (ingilizce)

2009 yılı İlkbahar Dönemi (fransızca)


2009 yılı İlkbahar Dönemi (almanca)


-----

12.10.2008 tarihinde yapılan ÜDS soruları ve cevapları

2008 yılı Sonbahar Dönemi (ingilizce - fransızca - almanca)

23.03.2008 tarihinde yapılan ÜDS soruları ve cevapları

2008 yılı İlkbahar Dönemi (ingilizce - fransızca - almanca)


-----

07.10.2007 tarihinde yapılan ÜDS soruları ve cevapları

2007 yılı Sonbahar Dönemi (ingilizce - fransızca - almanca)

25.03.2007 tarihinde yapılan ÜDS soruları ve cevapları

2007 yılı İlkbahar Dönemi (ingilizce - fransızca - almanca)

-----

08.10.2006 tarihinde yapılan ÜDS soruları ve cevapları

2006 yılı Sonbahar Dönemi (ingilizce - fransızca - almanca)

26.03.2006 tarihinde yapılan ÜDS soruları ve cevapları

2006 yılı İlkbahar Dönemi (ingilizce - fransızca - almanca)


Üstteki bağlantılara tıklayarak üds sınavında çıkan sorulara benzer, yani üds örnek sorularına ulaşabilirsiniz.

10 Mart 2011 Perşembe

İç ve Dış Denge

Uluslararası ticaret ödeme ve akımlarına açık olan bir ekonomi, dışa kapalı bir ekonomiye göre farklı sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Genellikle, işsizlik veya enflasyonu önleme gibi ekonomik denkleşme politikaları tartışılırken dış dünya ile olan bağlantılar çoğu kez hesaba katılmaz. Oysa ekonomik yönden bütünleşen dünyamızda, böyle soyutlayıcı bir yaklaşım kabul edilemez.

Açık bir ekonomide makro ekonomik politikanın başlıca amaçları iç denge (internal balance) ile dış dengenin (external balance) sağlanmasıdır. İç dengeyi, yeterince düşük enflasyon ve işsizlik oranları içinde ekonominin düzenli biçimde büyümesi olarak tanımlayabiliriz. Dış dengeyi ise dış ödemeler bilânçosunda bir açık veya fazlanın önlenmesi ya da dışarıdan sağlanan gelirlerin dışarıya yapılan ödemelere eşitlenmesi olarak ifade edebiliriz.

Makro ekonominin genel analizlerinde, basit modeller yardımıyla daha çok enflasyon, işsizlik ve büyüme gibi yurtiçi amaçlar üzerinde durulacaktır. Fakat iç ve dış dengenin birlikte sağlanması daha ayrıntılı ve biraz daha karmaşık analizleri gerektirmektedir. Diğer yandan, dünya gerçekleri de böyle bir genel yaklaşım ihtiyacını doğurmaktadır. Çünkü günümüzde makro ekonomik politikalar yalnızca içerdeki enflasyon veya işsizliğe karşı kullanılmamakta, hükümetler aynı zamanda söz konusu politikalar ile dış ticaret bilânçosu, sermaye akımları ve döviz kurlarını arzu edilen yönde etkilemeye çalışırlar.

Makro Ekonomik Dengeler
Her ekonomik politika uygulamasında belirlenen amaçlar ve bu amaçları gerçekleştirmede kullanılacak araçlar bulunmalıdır. Ayrıca eldeki araçların sayısı, öngörülen amaçları sağlamaya yeterli olmalıdır. (Timbergen Kuralı) Böylece her araç en etkin olduğu bir amaç doğrultusunda kullanılır. İncelediğimiz modelde makro ekonomik politikanın amaçları, iç ve dış dengenin sağlanmasıdır. Kullanılacak araçlar ise para ve maliye politikalarını kapsar. Yani amaçların sayısı ikiden ibaret olmaktadır.

Sözü edilen kavramların ayrıntılı açıklamalarına ulaşmak için aşağıdaki bağlantıları tıklayabilirsiniz.




Fiyat Değişmeleri ve Parasal Genişleme (sınırsız sermaye hareketliliği)

Önceki yazılarımızdaki sabit kur ve değişken kur sistemine bağlı sınırsız sermaye hareketliliği analizlerinde yurtiçi fiyatların sabit olduğu varsayılmıştı. Ancak fiyatlar, ekonominin tam çalışma düzeyinden sapacağı ölçüde bir değişikliğe sahip olmaktadırlar. Toplam hasıla (milli gelir) tam çalışma düzeyini aşınca ücretler ve buna bağlı olarak fiyatlar yükselmeye başlayacaktır. (enflasyon) Tersi durumda ise toplam hasıla tam çalışma düzeyinin altında olduğunda ise, ücret ve fiyatlarda düşüşler meydana gelir (deflasyon)
Sınırsız sermaye hareketliliği altında, fiyatların bu şekilde bir değişme gösterdiği düşünülürse, parasal genişlemenin nasıl etkiler doğuracağını bu yazımızda irdelemeye çalışacağız. Döviz kuru rejiminin de değişken olduğu kabul edilmektedir. Bu model, üstte açıklananın oldukça yakın bir benzeri olmaktadır. Aradaki tek fark, fiyat değişmelerinin analize katılmasıdır. Burada ilgileneceğimiz temel konu, belirtilen koşullar altında milli gelirin, döviz kurunun ve fiyatların parasal bir genişlemeye nasıl tepkide bulunacağının araştırılmasına dayanmaktadır.

Daha önceki yazılarımızdaki bilgilerimizden hatırlanacağı üzere, veri (sabit) fiyatlar, değişken kur sistemi ve sınırsız sermaye hareketliliği altında, parasal genişlemenin milli gelir artışına ve ulusal paranın dış değer kaybına yol açacağını ifade etmiştik.

Fiyatları modele ilave ettiğimizde, milli gelir değişmelerinin geçici olduğunu, uzun dönemde parasal genişlemenin ulusal paranın değer kaybına ve yüksek fiyatlara neden olduğunu, dış rekabet gücünde ise bir değişme ortaya çıkmayacağını göreceğiz. Bu durumu açıklamak için aşağıdaki grafikten yararlanmaya çalışacağız.

Grafik üzerindeki ilk hareket noktamız E0 dır. Bu noktada tam çalışma ve dış denge sağlanmakta, para ve mal piyasaları da tam bir denge içinde olmaktadır. Eğer, bir parasal genişlemenin ortaya çıktığını ve LM eğrisinin LM1 olarak sağa kaydığını düşünürsek, yeni mal ve para piyasası dengesi E1 noktasında olmaktadır.

Fakat faiz oranı dünya faiz oranı düzeyinin altına düşeceği için, ulusal para değer yitirecek ve ülkenin dış rekabetçiliği artacaktır. Böylece IS eğrisi de IS1 olarak sağa kayacaktır. Ekonomi, hızlı bir şekilde E1 yoluyla E0 dan E2 ye geçmektedir. Gelir düzeyi artmış ve ulusal paranın değeri düşmüştür. Sonuç olarak dış piyasalar da sahip olunan rekabetçi güç de yükselmiştir. Fakat gelişmeler burada sona ermez.

Çünkü E2 noktasında milli gelir tam çalışma düzeyini aşmaktadır. Reel ücretlerdeki artış nedeniyle fiyatlar da yükselecektır. Fiyatların yükselmesi toplam para stokunun reel değerinin (M/P) düşmesi anlamına gelecektir. Bu yüzden reel para arzının azalmasıyla LM eğrisi sola doğru kayacaktır. Böylece faizler yükselecek ve ülkeye yabancı sermaye girişi artacaktır. Bu duruma bağlı olarak ulusal paranın değer kazanması dış rekabet gücünü zayıflatan bir etki doğuracaktır. IS eğrisinin ilk denge düzeyine doğru kayması. Özetle, IS ve LM eğrilerinin ikisi de E0 a doğru yönelmiştir. Tekrar E0 noktasına tam olarak ulaşıldığında bu süreç tamamlanacaktır.

Ekonominin E0 noktasına geri dönmesi, gerek faiz oranı, gerekse göreceli fiyatların (Epf/p) ilk düzeylerine gelmiş olmaları demektir. E0 noktasından E1 e geçişte döviz kuru fiyatlardan çok daha hızlı yükselmiştir. Fakat fiyat yükselişleri ortaya çıkıp reel para arzı daraldığında, ulusal paranın değerindeki düşüş faizlerin yükselişi nedeniyle bir ölçüde önlenmektedir. Tüm bu uyum sürecinde fiyatlar ve döviz kurları aynı oranda artmıştır. Böylece göreceli fiyatlar sabit kalmış ve toplam talep değişmemiştir. Bu yüzden uzun dönemde, para tamamıyla yansız (neutral) kalmıştır. “Paranın tarafsızlığı” nominal para stoku, fiyatlar ve döviz kurunun hep aynı oranda arttığını, dolayısıyla reel para stoku ve göreceli fiyatların değişmeyeceğini ifade etmektedir.

9 Mart 2011 Çarşamba

Değişken Kur Sistemi (sınırsız sermaye hareketliliği)

Önceki yazımızdaki sabit kur sistemi bağlamında sınırsız sermaye hareketliliği durumunda, para ve maliye politikasının milli gelir ve çalışma düzeyi üzerindeki etkileri incelenmişti. Bu yazımızda ise aynı analizi sabit kurlar yerine değişken (dalgalı) kur sistemi bağlamında yapmaya çalışacağız.

Bilindiği gibi, serbest değişken kur sistemi (ayrıntılı bilgi içi tıklayınız) döviz kurlarının oluşumunu arz ve talep etkilerine bağlı olması anlamına gelmektedir. Bu sistemlerde merkez bankaları döviz piyasalarına müdahale etmezler. O bakımdan dış dengesizlikle ulusal para arzı arasında bir ilişki bulunmamaktadır. Para arzı merkez bankası tarafından bu durumdan bağımsız olarak belirlenmektedir.

Sınırsız sermaye hareketliliği dış dengeyi sağlayan bir tek ulusal faiz oranı olduğunu ve bunun da dünya faiz oranına eşit olduğunu ifade etmektedir. Yani i=if olmaktadır. Çünkü sadece bu faiz oranından sınırsız sermaye girişleri ve çıkışları olmayacaktır.

Ayrıca önceki açıklamalardan hatırlanacağı üzere, toplam talebin reel döviz kuruna bağlı olarak değiştiği bilinmektedir. Reel döviz kuru (R), nominal kurun dış ve iç fiyat farkına göre düzeltilmiş halidir.

R = Epf / P

Dolayısıyla dış ve iç fiyatlar (pf ve p) sabit olduğunda, ulusal paranın dış değerinin azalması (E nin yükselmesi), bir yandan ülkenin rekabetçi gücünü arttırarak ihracatı yükseltmekte, diğer yandan yabancı malları pahalılaştırarak ithalatı azaltmaktadır.
Bu durum toplam talebin artması, yani IS eğrisinin sağa doğru kayması demektir. Tersi durumda ise, ulusal paranın değer kazanması (appreciation) ihracatı azaltıp ithalatı özendireceği için toplam talebi azaltıcı ve IS eğrisini sola doğru kaydırıcı etkide bulunacaktır. (Bu durumu aşağıdaki grafikte görebilmekteyiz)

Bu açıklamalar bağlamında eğer faiz oranı ile IS eğrisi, daha doğrusu sermaye akımları ile toplam talep arasında bir ilişki kurulabilmektedir. Üstteki grafikte iç ve dış faiz oranı birbirine eşit olmaktadır. (i=if) Bu bir denge durumudur. Daha yüksek herhangi bir faiz oranından ülkeye sermaye girişleri hızlanacak ve buna bağlı olarak ulusal para değer kazanacaktır. Bu durum dış rekabet gücünü azaltacak (ithalat artışı) ve toplam talebi daraltacaktır. Sözü edilen durum IS eğrisini sola doğru kaydırmaktadır. Tersi durumda, (i=if) nin altındaki faiz oranlarında ulusal paranın değeri düşecek, dış rekabet gücü yükselerek, toplam talep artacaktır. Bu durum ise IS eğrisini sağa doğru kaydıracaktır.

A. Para Politikasının Etkileri
Para politikasının etkilerini anlaşılır olmak adına para arzındaki bir genişleme örneğini ele alarak incelemeye çalışalım. Aşağıdaki grafikte ekonominin E0 noktasında dengede olduğunu düşünelim. Para arzında ortaya çıkan bir artış karşısında LM eğrisi LM1 biçiminde sağa kayacak ve ekonomi E1 noktasına ulaşacaktır. E1 noktasında mal ve para piyasaları dengede olmaktadır, fakat faiz oranları uluslararası düzeyin altına düşmüş durumdadır. Bu yüzden bunun meydana getireceği sermaye kaçışları ulusal paranın değer kaybetmesine yol açacaktır. Sonuç olarak, ithalat pahalılaşacak, mallarımızın rekabet gücü artacak ve ulusal mallara olan talep yükselecektir. Bu durum IS eğrisini sağa kaydıracaktır. (IS1)

Grafikte okların yönünden anlayabileceğiniz gibi ulusal paradaki değer kaybı, toplam talep ve gelirin E2 noktasının gösterdiği düzeye yükselmesine kadar sürmektedir. Sadece E2 noktasındaki mal ve para piyasalarındaki denge, uluslararası faiz oranı düzeyi ile uyumlu olmaktadır. Bu nedenle bu noktada döviz kurlarında, göreceli fiyatlarda ve ulusal gelirdeki değişmeler son bulmaktadır.

Görüldüğü gibi değişken kur sistemi varsayımında, parasal genişleme, ulusal gelirin artmasına ve ulusal paranın dış değer kaybına uğramasına neden olmaktadır. (döviz kuru yükselmesi) Artan para arzının ulusal paranın dış değer kaybetmesine yol açarak dış ticaret bilânçosunu iyileştirmesi incelemenin ilgi çekici bir sonucu olmaktadır.

Bu elde ettiğimiz sonuçları sabit kur modeli ile karşılaştırdığımızda ortaya çıkan farklılıkları şöyle ifade edebiliriz. Sabit kur uygulamasında para otoriteleri nominal para arzını denetimleri altında tutamazlar. Para arzını arttırma girişimleri yalnızca rezerv kaybına yol açmaktadır. Çünkü merkez bankasının, düşen faiz oranları karşısında ulusal paranın değer kaybını önlemeye çalışmak için döviz arz etmesi gerekli olmaktadır. Fakat değişken kur sistemlerinde merkez bankası döviz piyasalarına müdahale etmediği için para arzındaki artışlar döviz vasıtasıyla giderilemez. Esnek kur sisteminde merkez bankasının para arzını denetleyebilmiş olması, değişken kur sisteminin sermaye hareketliliğindeki en önemli özelliği olarak sayılabilir. Diğer taraftan, milli gelir ve istihdam yönünden değişken kur sistemlerindeki para politikası sabit kur sistemlerindekinden daha etkin olmaktadır. Grafikte E2 noktasında milli gelirin (Y2), E0 noktasındaki milli gelirden (Y0) daha yüksek olması bunu göstermektedir.

B. Maliye Politikasının Etkileri
Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, başlangıçta ekonomi E0 gibi bir noktada bulunduğu varsayımı altında, kamu harcamaları arttırılarak veya vergiler azaltılarak genişletici bir maliye politikası uygulamaya konduğunu düşünelim. Genişletici maliye politikasının etkisiyle IS eğrisi IS1 biçiminde sağa doğru kayacaktır.

Ekonomi geçici olarak E1 noktasına ulaşacaktır. E1 noktasında mal ve para piyasaları dengede olmaktadır. Bu noktada artan talebi karşılamak maksadıyla, üretim de genişlemektedir. Yükselene gelir, ayrıca para talebini arttırmış ve faiz oranını yükseltmiştir. E1 noktası bir genel denge noktası değildir. Çünkü dış denge sağlanamamıştır. Bu yüzden ekonomi bu noktadan asıl denge noktasına hareket edecektir.

Faiz oranındaki yükselme nedeniyle iç faizler, uluslararası faizlerin üzerine çıkmış olacaktır. Bunun sebep olacağı yoğun yabancı sermaye girişleri neticesinde ulusal para değer kazanacaktır. İthalatın ucuzlaması ve ihracatın pahalılaşması anlamına gelecek bu durum, yurtiçi talebi yerli mallardan yabancı mallara doğru kaydıracaktır. Bu durum IS1 eğrisinin sola doğru kayması yani geri dönmesi anlamına gelmektedir. Sözü edilen duruma istinaden ulusal paranın ne kadar değer kazanacağı, ya da kamu harcamalarındaki artışın genişletici etkilerin ne derece önleyeceği önemli bir nokta olmaktadır.

Yurtiçi faiz oranı uluslararası faiz oranından yüksek olduğu müddetçe, ulusal para değer kazanacaktır. (döviz kuru düşer) Bu durum ulusal paradaki değer artışının, IS eğrisinin ilk durumuna geri dönüşüne kadar sürmesi anlamına gelmektedir. Bu süreç LM eğrisi üzerindeki oklarla gösterilmiştir. E0 noktasına geri dönüldüğünde, milli gelir uluslararası faiz düzeyinden parasal denge ile uyumlu duruma gelmiş olacaktır.

Sonuç olarak, değişken kur sistemlerinde maliye politikasının milli gelir düzeyini değiştirmede etkili olmadığı sonucuna ulaşmış oluyoruz. Nitekim grafiğe göre süreç sonunda ulaşılan gelir ve faiz düzeyleri başlangıçtaki değerleriyle aynı olmaktadır. Y0 ve i=if

Kamu harcamalarındaki artış sonucu faizlerin yükselmesi, ulusal paranın dış değerini arttırarak tam bir “dışlama etkisi” (crowding out) ortaya çıkarmıştır. Yani, ulusal paranın değerlenmesi ihracatı azaltıp ithalatı arttırarak milli geliri, kamu harcamalarının milli gelirde sağladığı artışa eşit miktarda düşürmektedir. Bu yüzden milli gelirdeki net değişme sıfır olmaktadır. Burada dışlama etkisi alışılan şekilde, yani kamu harcamalarının faizleri yükseltmesi özel yatırım harcamalarını kısması yoluyla değil, net ihracatı azaltması sonucu ortaya çıkmaktadır.

Oysa sabit kur sistemlerinde sınırsız sermaye hareketliliği varsayımı altında, genişletici maliye politikasının denge milli gelirini yükseltmede çok etkili olduğunu görmüştük. Esnek kur sisteminde mali genişlemenin milli geliri etkilememesi, ulusal paradaki değer artışının karşıt yönde değişmelere yol açmasının bir sonucudur.

Yazımızın sonunda belirtilmesi gerekir ki, *üstteki kamu harcamalarında bir artışla alakalı olarak yapılan incelemeler ihracat için de geçerli olmaktadır. Doğal olarak, daraltıcı yöndeki bir maliye politikasının veya ihracatta bir azalmanın etkilerini incelemek için yukarıdaki analizlerin tersini yapmak gerekli olmaktadır.

Sabit Kur Sistemi (sınırsız sermaye hareketliliği)

IS ve LM modelinin, sermaye hareketliliğinin sınırsızlığı durumunda açık ekonomilere uygulanmış şekline, Mundell-Fleming modeli de denilmektedir.

Sınırsız sermaye hareketliliği durumunda, faiz oranlarında ufak bir farklılık çok büyük ölçüde sermaye akımların yol açmaktadır. Yatırımcılar açısından hangi ülkenin menkullerine yatırım yapılacağının bir önemi yoktur. Yani, yerli ve yabancı menkul değerler arasında tam bir ikame söz konusu olmaktadır. Eğer yurtiçi faizler dış faiz oranlarının biraz altına düşülürse, mali fonlar tümüyle yurtdışına akacak ve portfolyo yalnızca yüksek faizli yabancı menkullerden oluşacaktır. Elbette bunun tam tersi de geçerli olmaktadır.

Bu açıklamalardan çıkartılacak sonuç, sermaye hareketinin sınırsızlığı ve sabit kur varsayımları altında, merkez bankaları serbest bir para politikası izleyemeyeceğidir. Yani başka bir ifadeyle, para politikası tümden etkisizleşmektedir. Yurtiçi faizler, dış dünyada geçerli olan faiz oranından farklı olamaz. Böylece grafik açısından dış denge doğrusu, dünya faiz oranın düzeyinden çizilen yatay bir doğru durumunda olmaktadır.

Bunun nedeni oldukça açıktır. Diyelim ki, sıkı para politikası ile ulusal faiz oranları yükseltilmiş olsun. Dünyada, her bölgedeki portfolyo sahipleri bu yüksek faizlerden servetlerini söz konusu ülkeye kaydıracaklardır. Bu da ülkenin ödemeler bilânçosunda fazla oluşmasına yol açacaktır. Ancak bu fazlaların, ulusal parada dış değer artışlar (döviz kurlarında düşüş) doğurmasını önlemek için merkez bankası döviz piyasasına müdahale edecektir. Yani merkez bankası döviz satın alıp, piyasaya ulusal para sürecektir. Böylece ulusal para arzı genişleyerek başlangıçtaki daralmanın etkisi giderilmeye çalışılacak ve faiz oranları ilk düzeyine inmiş olacaktır.

Sözü edilen durumda, yani sınırsız sermaye hareketliliği durumunda, dış denge doğrusu if dış faiz oranı düzeyinden çıkan yatay eksene paralel bir doğru biçiminde olmaktadır. Çünkü ancak i=if faiz oranında dış denge sağlanabilmektedir. İç faiz oranı bunun az üzerine çıkarsa sınırsız sermaye girişlerinin doğurduğu baskı faiz oranını aşağı itecek veya az altına inince sermaye çıkışları bu sefer yukarı doğru baskı yapacaktır. Sonuç olarak LM eğrisi sabit olmayıp para arzı değişmelerine göre hareket etmektedir.

Uluslararası sermaye hareketinin sınırsızlığı kabul edilince iç ve dış dengeye ilişkin incelemelerin de buna göre düzenlenmesi gerekmektedir. İç ve dış dengesizlik bölgeleri üstteki grafikte görülmektedir. Sınırsız sermaye hareketliliği varsayımı paralel bir doğru olarak gösterilmektedir. Yalnızca uluslar arası faiz düzeyine eşit bir iç faiz oranından dış denge sağlanabilmektedir. Bundan düşük faiz oranlarında çok büyük ölçüde dış açık, daha yüksek faiz oranlarında ise sınırsız dış ödeme fazlalarının ortaya çıkması söz konusu olmaktadır.

İç denge doğrusu yine Yt tam çalışma düzeyinden çizilen bir dik doğru ile gösterilmiştir. Bunun solunda işsizlik, sağında aşırı istihdam durumu vardır. İç ve dış denge doğrularının kesiştiği E noktasının dışında kalan noktalar ekonomik istikrarsızlık bölgelerini oluşturmaktadır.

Sınırsız sermaye hareketliliği varsayımı altında dış denge, yabancı mali sermaye giriş ve çıkışlarıyla otomatik biçimde gerçekleştiği için, ekonomi politikasının asıl amacı, iç dengesizliklerin (işsizlik ve aşırı çalışma) giderilmesine yöneltilecektir.

A. Para Politikası
Eğer merkez bankasının para arzını genişlettiğini düşünürsek, başlangıçta ekonomik denge aşağıdaki grafikteki gibi E0 noktasında sağlanacaktır.

LM eğrisi aşağıya, sağa doğru kayacak ve ekonomi E1 noktasına yönelecektir. Fakat aynı zamanda E1 noktasında büyük bir dış ödeme açığı doğacaktır. Dolayısıyla bu açığın ulusal parayı devalüe edici (döviz kurunu yükseltici) baskısını önlemek için merkez bankası döviz piyasasına müdahalede bulunacaktır. Merkez bankası bu maksatla döviz satıp ulusal para satın alması sonucunda LM eğrisi tekrar sola kayacak ve bu işlem ilk denge noktası olan E0 a ulaşılıncaya kadar sürecektir.

Gerçekte, sınırsız sermaye hareketliliği durumunda ekonominin grafikteki E1 noktasına inmesine gerek kalmayacaktır. Çünkü sermaye akımlarının tepkisi oldukça büyük ve şiddetli olmaktadır. Yani merkez bankası para arzını genişletme girişiminde bulunduğu anda bu tutumunu düzeltmek zorunda kalacaktır.

Özetle, sınırsız sermaye hareketliliği ve sabit kur varsayımları altında para politikası, milli gelir ve istihdamını değiştirmek açısından tamamen etkisiz olmaktadır. Bu durumda tam çalışma (yani iç denge amacı) ancak maliye politikası ile gerçekleştirilebilmektedir.

B. Maliye Politikası
Sınırsız sermaye ve sabit kur varsayımları altında para politikasının tersine, maliye politikası milli gelir ve çalışma düzeyini değiştirmede çok daha fazla etkili olmaktadır.

İlk ekonomik denge yine E0 noktasında sağlanmış olsun. Hükümet yetkilileri de genişletici bir mali politika ile gelir düzeyini arttırmayı planladıklarını düşünelim. Bu durumda aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, IS eğrisi IS1 biçiminde sağa kaymaktadır. Eğer sınırsız sermaye hareketliliği olmasaydı, yeni denge E1 noktasında gerçekleşecekti. Fakat bu noktada iç faiz oranı dünya faiz oranından yüksek olmaktadır. Dolayısıyla ülkeye büyük ölçüde sermaye girişi olacaktır. Bu durum sonucunda meydana gelecek büyük dış ödemeler fazlası, kısırlaştırma yapılmaması durumunda, para arzını genişletecek ve LM eğrisi LM1 biçiminde sağa doğru kayacaktır. Denge E2 noktasında yeniden sağlanıncaya kadar bu değişim sürecektir. Görüldüğü gibi yeni denge noktasında faizler sabit kalmıştır fakat gelir önemli ölçüde arttırılmıştır.

Sınırsız Sermaye Hareketiyle İç ve Dış Denge

Sınırsız Sermaye Hareketiyle İç ve Dış Denge

Kur sisteminin sabit veya değişken nitelikte olması bu bakımdan büyük önem taşımakta olduğu için açıklamalarımızı bu iki başlık altında yapacağız.



Üstteki bağlantılara tıklayarak ayrıntılı incelemelere ulaşabilirsiniz.

8 Mart 2011 Salı

Menşe Şahadetnamesi

Certificate of Origin
Menşe Şahadetnamesi, ihraç konusu eşyanın anlaşmalı ülke menşeli olduğunu veya gördüğü değişiklik ve işlemler dolayısıyla o ülke menşeli sayılması gerektiğini bildirir belgedir.

Gümrük işlemleri, ülkeler arsında mevcut ticaret anlaşması hükümlerine göre yapılmakta olduğundan, örneğin malın gönderildiği ülkede Tercihli Gümrük Rejiminden yararlanması veya konulan kota sınırlamasının dolup dolmadığının belirlenmesi için gümrüğe gelen malların menşelerinin belirlenmesi gerekir.

İhracatçılar veya kanuni yetkili temsilcileri tarafından düzenlenir; ihracatçı firmanın üyesi bulunduğu Ticaret veya Sanayi Odası ve bazı ülkeler için (genellikle Arap ülkeleri) ayrıca ithalatçı ülkenin konsoloslukları tarafından onaylanır.

Bir ülke topraklarından çıkarılan madenler, üretilen tarım ürünleri, o ülkede doğan ve yetişen canlı hayvanlar ile bunlardan elde edilen ürünler, o ülkede tutulan veya avlanan av hayvanları ile balıklar, o ülke bandırasını taşıyan ve oraya kayıtlı veya tescilli gemilerle çıkarılan balık ve diğer ürünler ile bu ürünlerden bu fabrika gemilerde elde edilen eşya, kara suları dışındaki denizlerin dibinden ya da toprak altından, münhasır işletme hakkına sahip olarak o ülke tarafından çıkarılan maddeler, imal işleminden veya kullanım kalıntılarından elde edilen artıklar, yukarıda sayılan eşyadan ya da hangi aşamada olursa olsun bunların türevlerinden elde edilen tüm eşya, anılan ülke menşeli sayılır.

Eşyanın başka bir ülkede gördüğü değişiklikler ve işlem dolayısıyla o ülke menşeli sayılabilmesi için, bu değişiklik ve işlemler sonunda kıymetinin yüzde yüz oranında artmış bulunması veya tarife pozisyonlarının değişmiş olması veya o ülkede, esaslı değişiklik sayılabilecek önemli bir işçiliğe ve işlemlere tabi tutulması gereklidir.


A. Düzenlendiği Ülkeler

Aramızdaki özel anlaşmalara istinaden A.TR, EUR.1 ve Form A düzenlenen ülkeler dışında kalan ve aramızda ticaret ve ödeme anlaşması bulunan ülkelere sevk edilecek eşya için, bu anlaşmalar gereğince Menşe Şahadetnamesi zorunlu olarak aranmaktadır. Ayrıca, kendileri özel birer menşe ispat belgesi olmalarına karşın, EUR.1 ve Form A Sertifikalarının yanında ithalatçı firmalar tarafından Menşe Şahadetnamesi talep edilebilmektedir.


B. Düzenlenme Şekli

Menşe Şahadetnamelerinde, aşağıda yazılı bilgiler bulunur:

a) Eşyayı gönderenin adı, soyadı ve adresi,
b) Alıcısının adı, soyadı ve adresi,
c) Kapların marka, numara, cins ve sayıları,
d) Eşyanın cinsi ve nevi, daralı ve saf ağırlıkları ile kıymeti ve yollama şekli,
e) Şahadetnameyi veren makamın tasdik şerhi (Tarih, imza ile mührü veya kaşesi),
f) Menşe Şahadetnamesi, eşyanın o memlekette geçirdiği işçilik ve işlemlerden ötürü o memleket menşeli sayılarak verilmiş ise bu hususun etraflı bir şekilde açıklanması.

İthalatçı firma tarafından, Menşe Şahadetnamesinin orijinalinin yanı sıra değişik sayıda kopyası istenebilir. Bu durumda, istenen kopya sayısına göre en az iki takım Menşe Şahadetnamesi düzenleyerek (2 takım 2 kopya, 3 takım 4 kopya vb.), dilekçenizde “COPY” li olarak belirtilir.


C. Ticaret ve Sanayi Odalarınca Yapılacak Tasdik İşlemleri

İhracatçılar veya kanuni yetkili temsilcileri tarafından yukarıda belirtilen şekilde doldurulan ve imza edilen şahadetnameler, Türkçe faturanın kaşelenip imzalanmış bir fotokopisi ve örneği aşağıda verilen bir dilekçe ile birlikte Odalara verilir.

a) Odalar, şahadetnamelerin kurallara uygun olarak doldurulup doldurulmadığını kontrol edip, belgede kayıtlı eşyanın ilgili mevzuat uyarınca Türkiye menşeli olduğu veya sayıldığı hususunda, ihracata ait diğer evrakı da inceleyerek kesin bir kanıya vardıktan sonra gerekli işlemleri tamamlar.
b) Üzerinde düzeltme ve ilaveler yapılmış olan şahadetnamelerde, bunların altları Oda tarafından tasdik edilir.
c) Tasdik işlemleri tamamlandıktan sonra, şahadetnamenin beyaz renkli nüshalarından biri, fatura fotokopisi ve dilekçe alıkonularak; diğer nüshalar ihracatçıya verilir.

Örnek Menşe Şahadetnamesi

Örnek Menşe Şahadetname Onay İstek Dilekçesi

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A (III) sayılı kararı ile kabul ve ilan edilmiştir.

Başlangıç
İnsanlık ailesinin tüm üyelerinin niteliğinde bulunan onurunu ve eşit ayrılmaz haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu,
İnsanın zorbalık ve baskıya karşı son bir yol olarak ayaklanmaya başvurmak zorunda bırakılmaması için İnsan haklarının hukuk düzeniyle korunması gerektiğini,
Uluslararasında dostça ilişkiler geliştirmeyi özendirmenin temeli olduğunu,
Birleşmiş Milletler halklarının Birleşmiş Milletler Antlaşmasında temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların hak eşitliğine olan inancını yeniden belirttiğini ve daha geniş bir özgürlük içinde toplumsal gelişme ve daha iyi bir yaşam düzeyi sağlamaya karar vermiş olduğunu,
Üye devletlerin BM ile işbirliği içinde, insan haklarının ve temel özgürlüklerin evrensel olarak saygı görüp gözetilmesini sağlamayı yükümlendiklerini,
Bu hak ve özgürlükler konusunda ortak bir anlayış oluşturmanın bu yükümlülüğün tam olarak gerçekleşmesi için büyük önem taşıdığını göz önüne alarak,

Genel Kurul,

Toplumun her bireyi ve her organının bu Bildirgeyi sürekli olarak gözönünde bulundurarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye ve ulusal ve uluslararası geliştirici önlemlerle gerek üye devlet halkları gerekse bu devletlerin yargı yetkisi içindeki ülkelerin halkları arasında bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin biçimde tanınıp gözetilmesini sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için bir ortak başarı ölçüsü olarak bu İnsan Hakları Evresen Bildirisini ilan eder.

Madde 1
Tüm insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdanla donatılmış olup birbirilerine karşı bir kardeşlik anlayışıyla davranırlar.

Madde 2
I. Herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal yada başka bir görüş, ulusal ve toplumsal köken, doğuş veya benzeri başka bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin bu bildiride yer alan tüm hak ve özgürlüklere sahiptirler.
II. Ayrıca ister bağımsız olsun, ister vesayet altında ya da kendi kendini yönetmeyen bir ülke olsun, ister başka bir egemenlik sınırlaması altında bulunsun, bir kimsenin uyruğunda bulunduğu ülke ya da alanın siyasal ve hukuksal ya da uluslararası statüsüne dayanarak hiçbir ayrım yapılamaz.

Madde 3
Herkesin yaşama ve kişi özgürlüğü ve güvenliğe sahip olma hakkı mevcuttur.

Madde 4
Kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz, kölelik ve köle ticareti tüm çeşitleriyle yasaktır.

Madde 5
Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ve ceza uygulanamaz.

Madde 6
Herkesin nerede olursa olsun yasa önünde bir kişi olarak tanınma hakkı mevcuttur.

Madde 7
I. Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunma hakkı vardır.
II. Herkes, bu bildiriye aykırı herhangi bir ayrımcılığa ve ayrım kışkırtcılığına karşı eşit korunma hakkına sahiptir.

Madde 8
Herkesin anayasa ve yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.

Madde 9
Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.

Madde 10
Herkesin hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine herhangi bir suç yüklenirken tam bir eşitlikle bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından hakça ve açık yargılanmaya hakkı vardır.

Madde 11
I. Kendisine bir suç yüklenen herkesin savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı bir açık yargılanma ile yasaya göre suçluluğu kanıtlanana kadar suçsuz sayılma hakkına sahiptir.
II. Hiç kimse işlendiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem ya da kusurdan dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun işlendiği sırada uygulamada olan cezadan daha ağır ceza verilemez.

Madde 12
Kimsenin özel yaşamı, ailesi, konutu ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şerefine ve adına saldırılamaz. Herkesin bu tür karışma ve saldırılara karşı yasalar tarafından korunma hakkı mevcuttur.

Madde 13
I. Herkesin bir devletin sınırları içinde yer değiştirme ve oturma özgürlüğüne sahip olma hakkı vardır.
II. Herkes kendi ülkesi de dahil, herhangi bir ülkeden ayrılma ve ülkesine dönme hakkına sahiptir.

Madde 14
I. Herkesin, zulüm altında iken başka ülkelere sığınma ve iltica etme imkanlarından yararlanma hakkı mevcuttur.
II. Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan ya da Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda bu haktan yararlanılamaz.

Madde 15
Herkesin bir uyruğa sahip olma hakkı vardır. Kimse keyfi olarak uyruğundan yoksun bırakılamaz. Kimsenin uyruğunu değiştirme hakkı yadsınamaz.

Madde 16
I. Evlenme çağındaki erkeklerle kadınların, ırk, uyrukluk ya da din bakımından sınırlamalar yapılmaksızın evlenmeye bir aile kurmaya hakkı vardır. Evlenirken, evlilik sırasında ve evliğin bozulmasına ilişkin hakları eşittir.
II. Evlenme bağı, ancak istekli eşlerin özgür ve tam oluruyla yapılabilir.
III. Aile, toplumun doğal ve temel birimidir ve toplum ve Devlet tarafından korunur.

Madde 17
I. Herkesin tek başına veya başkaları ile birlikte mülkiyet hakkı vardır.
II. Kimse keyfi olarak mülkiyetinden mahrum bırakılamaz.

Madde 18
Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü vardır. Bu hak, dini inancı değiştirme özgürlüğünü ve din yada inancı tek başına veya toplu olarak açık veya özel olarak öğretme, uygulama, tören ve ibadet yoluyla açıklama özgürlüğünü kapsamaktadır.

Madde 19
Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğü mevcuttur. Bu hak karışmasız görüş edinme ve herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü kapsamaktadır.

Madde 20
I. Herkes barışçı bir şekilde toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir.
II. Hiç kimse bir derneğe girmeye zorlanamaz.

Madde 21
I. Herkes, doğrudan ve özgürce seçilmiş temsilciler aracılığıyla ülkenin yönetimine katılma hakkına sahiptir.
II. Herkesin, ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı vardır.
III. Halkın iradesi, yönetim otoritesinin temelidir. Bu irade genel ve eşit, gizli ve özgür oya dayalı dönemsel ve gerçek seçimlerle belirlenir.

Madde 22
Herkesin bir toplum üyesi olarak, toplumsal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çaba ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgüt kaynaklarına göre herkes onur ve kişiliğinin özgür gelişmesinin ayrılmaz bir üyesi olarak ekonomik, toplumsal ve kültürel haklarının gerçekleşmesi hakkında sahiptir.

Madde 23
I. Herkesin çalışma, işini özgürce seçebilme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.
II. Herkesin herhangi bir ayrım gözetilmeden eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.
III. Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gereğinde toplumsal koruma yoluyla desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
IV. Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkı mevcuttur.

Madde 24
Herkesin iş saatlerini makul ölçüde sınırlandırılması ve ücretli dönemsel tatiller dahil, dinlenme ve boş zaman hakkı vardır.

Madde 25
I. Herkesin kendisi ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı mevcuttur. Herkes işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi denetiminin dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.
II. Anneler ve çocukları için özel bakım ve yardım hakları mevcuttur. Tüm çocuklar, evlilik içi ya da dışı doğmuş olmalarına bakılmaksızın, aynı toplumsal korumadan yararlandırılır.

Madde 26
I. Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim en azından ilk ve temel eğitim aşamasından ücretsiz olmalıdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitim herkese açıktır. Yüksek öğrenim yeteneğe göre herkese eşit olarak sağlanır.
II. Eğitim, insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, tüm uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirir ve Birleşmiş Milletlerin barışın korunması yolundaki etkinliklerini geliştirir.
III. Anne ve babalar, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikle hak sahibidirler.

Madde 27
I. Herkes, toplumun kültürel yaşamına özgürce katılma ve sanattan yararlanma ve bilimsel gelişmeye katılarak, yararlarını paylaşma hakkına sahiptirler.
II. Herkes, yaratıcısı olduğu bilim, yazın ve sanat ürünlerinden doğan manevi ve maddi çıkarlarının korunması hakkına sahiptir.

Madde 28
Herkes, bu bildiride öngörülen hak ve özgürlüklerin tam olarak gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzen hakkına sahiptir.

Madde 29
I. Herkesin kişiliğinin özgürce ve tam gelişmesine olanak veren topluma karşı ödevleri vardır.
II. Herkes, hak ve özgürlüklerini kullanırken, ancak başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ve demokratik bir toplumda genel ahlak ve kamu düzeniyle genel refah gereklerinin karşılanması amacıyla yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olabilir.
III. Bu hak ve özgürlükler, hiçbir koşulda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.

Madde 30
Bu bildirinin hiçbir hükmü, herhangi bir devlet, grup veya burada ileri sürülen hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan herhangi bir etkinlikte ve eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.

7 Mart 2011 Pazartesi

Ödemeler Bilançosu Dengesizlikleri ve İç Para Arzı

Para arzı ile ödemeler bilânçosu arasındaki ilişkiler iki yönlüdür. Yani, para arzındaki değişmeler ödemeler bilânçosunu etkilediği gibi, ödemeler bilânçosunda ortaya çıkan bir açık veya fazla da para arzını değiştirebilmektedir.

a. Bankalar ve Para Arzı
Bilindiği gibi bir ekonomide para arzı merkez bankası tarafından ayarlanmaktadır. Örneğin para arzı arttırılmak istendiğinde açık piyasa işlemleriyle piyasadan devlet tahvili satın alınır, bankaların rezerv karşılıkları düşürülür veya reeskont oranları azaltılır.

Merkez bankasının piyasaya sürmüş olduğu para stoku parasal tabanı oluşturmaktadır. Para arzı, parasal tabanın para çoğaltanı katsayısı ile çarpımına eşit olmaktadır. Parasal taban temel olarak iki bölümden oluşmaktadır. Birisi, yurtiçi ekonomik ve mali işlemler dolayısıyla piyasaya çıkartılan para. Diğeri ise dış ödeme ihtiyaçlarından kaynaklanan para emisyonudur. Bu yazımızda ikincisi üzerinde duracağız.

Sabit ve istikrarlı kur sistemlerinde, bir dış fazla durumunda döviz kurlarındaki düşmeyi önlemek üzere, merkez bankası piyasaya müdahale eder ve döviz alımında bulunur. Merkez bankasının piyasadan döviz alımı bir yandan resmi döviz rezervlerini, diğer yandan da ulusal para emisyonunu arttırır. Merkez bankasının döviz alımlarını genellikle döviz ticareti ile uğraşan ticari bankalardan karşılamaktadır. Dış fazla nedeniyle bankalar fazla döviz pozisyonu vermeye, daha doğrusu ulusal para cinsinden likidite sıkıntısı çekmeye başlarlar. Dolayısıyla döviz pozisyonu fazlalarını merkez bankasına satarak nakit pozisyonlarını korumaya çalışacaklardır. Özetle, dış ödeme fazlaları parasal tabanı büyütecek ve bankaların kaydi para yaratmaları (parasal çoğaltan) yoluyla ulusal para arzını birkaç kat arttırmaktadır.

Bir dış ödeme açığı durumunda ise üstteki gelişmelerin tersi söz konusu olmaktadır. Kurlardaki yükselmeyi önlemek üzere merkez bankası piyasada döviz satacak ve karşılığında ulusal para çekecektir. Bu durum parasal tabanın küçülmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla çoğaltan katsayısı ölçüsünde para arzının daralması söz konusudur.

Bununlar birlikte, ödemeler bilânçosu dengesizliklerinin para arzını üstteki şekilde etkilemesi ancak para otoritelerinin pasif bir duruşta olmaları, yani buna karşı hiçbir şey yapmamaları durumunda söz konusu olmaktadır. Ama para arzı, merkez bankasının denetimi altındadır. Dolayısıyla otoriteler aktif bir tutum izleyip dış dengesizliklerin etkilerini her an kısırlaştırabilmektediler (sterilization operations) Yani, bir dış açık veya fazlanın para arzı üzerindeki net etkisini önleyip önlememek para otoritesinin kararına bağlı olmaktadır.

Geçmiş örneklere baktığımızda bu gibi kısırlaştırma işlemlerinin altın standardı döneminde (1870-1914) bile uygulandığı fakat 1920 ve İkinci Dünya Savaşı sonrası tam çalışmanın temel ekonomik amaç durumuna gelmesiyle yaygınlaştığı görülmektedir.

Merkez bankası bu kısırlaştırma işlemlerini gerçekleştirmek için üstte değinilen politika araçlarını kullanmaktadır. Yani bir dış açık durumunda bankaların karşılık oranları düşürülecek, reeskont oranı indirilecek ve açık piyasa işlemleriyle piyasadan menkul değer satın alınacaktır. Bir dış ödeme fazlası durumunda ise bu araçlar ters yönde kullanılacaktır.

b. Dış Ödeme Dengesizlikleri ve Genel Denge
IS ve LM analizlerinde para otoritelerinin, özellikle ödemeler bilânçosu dengesizliklerinin etkilerini kısırlaştırarak, para arzını sabit tuttukları varsayılmıştı. Bu yazımızda ise kısırlaştırma varsayımı terk edilerek dış dengesizliklerin para arzını etkilediği kabul edilecek ve buna bağlı olarak analizler yapılacaktır.

Ödemeler bilançosundaki bir açık veya fazlanın para arzını değiştirerek ekonomik dengeleri nasıl değiştireceğini anlamak amacıyla IS ve LM analizi sürdürülecektir. Aşağıdaki grafikte, açık veren bir ekonomi gösterilmektedir. IS ve LM eğrilerinin kesiştiği E noktasında mal ve para piyalarında denge sağlanmıştır, fakat bir dış açık mevcuttur. Eğer dış dengesizliğin para arzını tam olarak etkilemesine izin verilirse, E noktasındaki denge uzun süreli olamayacaktır. Ancak geçici bir denge durumu mümkündür. Çünkü, resmi döviz rezervlerindeki erime ile birlikte, para arzında daralma ve LM eğrisinde sola doğru kayma başlamaktadır. Bu süreç LM eğrisinin, IS ile dış denge doğrusunun kesiştiği K noktasından geçecek şekilde kaymasıyla son bulmaktadır. Dolayısıyla K noktasında hem para ve mal piyasaları, hem de ödemeler bilânçosu dengesi sağlanmış olduğu için bu bir uzun dönemli denge noktası olmaktadır.
Tersine, ekonominin E noktasında tam çalışma düzeyinde olduğu varsayılırsa, pasif para politikası sonucunda bir işsizlik ortaya çıkmaktadır. (yeni denge milli geliri Y1) Yani para otoriteleri, kısırlaştırma işlemini uygulamamakla ekonominin E noktasından K ye doğru yer değiştirmesine izin vermiş olmaktadırlar. Bu durum tam çalışma (iç denge) amacının, dış denge uğruna feda edilmesi demektir. Dolayısıyla bu durum ayrıca para otoritelerinin, dış dengesizlikler karşısında pasif kalmayı neden tercih etmelerinin kanıtı olmaktadır. Ekonominin yeniden E noktasındaki tam çalışma düzeyine ulaştırılabilmesi için harcama kaydırıcı politikalarla dış denge doğrusunun sağa doğru itilmesi gereklidir.

Para ve Maliye Politikalarının Etkileri (ekonomi dengesi)

İç ve Dış dengenin sağlanması amacıyla kullanılacak araçlardan ikisi para politikası ve maliye politikasıdır.

Bu iki politikanın milli geliri, faiz oranını ve ödemeler bilânçosunu nasıl etkileyeceğini bilmek önemlidir. Para politikası merkez bankasının para arzı ayarlamalarını, maliye politikası ise hükümetin kamu harcamaları ve vergilerde yapılan değişiklikleri ifade etmektedir.

Para Politikası Etkileri
Para arzındaki bir artış LM eğrisini sağa doğru kaydırmaktadır. Çünkü genişleyen para arzı ile her faiz oranı düzeyinde daha yüksek bir geliri karşılama imkanı vardır. Aşağıdaki grafikte sözü edilen durum LM1 doğrusu ile gösterilmiştir. Sonuç olarak, denge noktası da E0 dan E1 e kaymıştır ve denge milli geliri Y1 e çıkmıştır. Faiz oranı da i1 e düşmüştür.

Ödemeler bilânçosu üzerindeki etkiye bakacak olursak, para arzındaki artış iki nedenle ödemeler bilânçosunu bozucu etki yapmaktadır. Birincisi büyüyen milli gelirin getirdiği ithalat artışı, ikincisi de faiz oranındaki düşüşün yol açtığı sermaye çıkışı (ve azalan sermaye girişi) dır.

Grafik bağlamında belirtilirse, ödemeler bilânçosunda başlangıçta KE0 düzeyinde bir açık olduğu kabul edilmiştir. Para arzındaki genişlemeden sonra bu açık LE1 düzeyine çıkmıştır.

Şüphesiz bu açıklamaların tersi para arzındaki bir daralma için de söz konusu olacaktır. Milli gelir düşecek, faiz oranı yükselecek, bu da hem ithalatı azaltması, hem de yabancı sermaye girişlerini özendirmesi ile dış dengeyi olumlu biçimde etkileyecektir.

Maliye Politikasının Etkileri
Kamu harcamalarındaki bir artış IS eğrisini sağa doğru kaydırmaktadır. Böylece her faiz oranı düzeyinde milli gelir artmış olmaktadır. (kamu harcamalarındaki artış ile çoğaltanın çarpımı ölçüsünde)

Aşağıdaki grafikte IS nin IS1 olarak sağa kaymasıyla denge noktası E0 dan E1 çıkmıştır. Yeni denge noktası hem Y1 gibi daha büyük bir gelir düzeyini, hem de i1 gibi daha yüksek bir faiz oranını göstermektedir.

Bu değişikliklerin dış dengeye net etkisi belirli değildir. Çünkü dış denge üzerindeki etkiler birbirleriyle çelişkilidir. Milli gelirdeki bir artış ithalatı özendirerek dış ticaret bilânçosunu bozucu etki yaparken, faiz oranındaki artış sermaye bilânçosunu olumlu yönde etkilemektedir. Dolayısıyla ödemeler bilânçosunda ortaya çıkacak net değişme bu iki çelişkili etkiden hangisinin daha ağır basacağına bağlı olacaktır. Grafik üzerinden göstermek gerekirse, dış dengede ortaya çıkacak net değişme, KE0 ile LE1 in göreceli uzunluklarına bağlı olmaktadır.

Kamu harcamalarındaki bir azalma durumunda ise üstteki anlatılanların tersi geçerli olmaktadır. Milli gelir ve faizler düşer, bu da bir yandan ithalatı, diğer yandan yabancı sermaye girişlerini azaltacaktır. Sonuç olarak, ödemeler bilânçosundaki net değişme bu iki çelişkili etkinin göreceli ağırlığına bağlı olmaktadır.

Sınırlı Sermaye Hareketliliği

Uluslararası sermaye akımlarının faiz oranı değişikliklerine sınırlı ölçüde tepkide bulunduğu varsayımı altında iç ve dış denge konularını bu yazımızda inceleyeceğiz.

Bu varsayım altında, faiz oranları yükseltilerek ülkeye bir miktar sermaye çekilebilecek veya faiz oranı düşürülerek sermaye çıkışı sağlanabilecektir. Bu nedenle, sınırlı sermaye akımları durumunda dış denge, ticaret bilânçosu ile sermaye bilânçosunun toplamından oluşmaktadır. Dış denge doğrusu önceki yazımızda belirtildiği gibi dik değil, pozitif eğimli bir doğru şeklindedir.

Aşağıdaki grafikte sınırlı sermaye akımları koşulu altında iç ve dış denge doğruları gösterilmiştir. Bu doğruların kesiştiği E noktasında hem iç, hem de dış denge sağlanmaktadır. Daha net olarak ifade etmek gerekirse, eğer IS, LM ve ÖB doğruları E gibi ortak bir noktadan geçiyor ve bu nokta tam çalışma geliri düzeyinde bulunuyorsa, ekonomide her iki denge de aynı anda gerçekleşmiş olacaktır. Bunun dışındaki noktalarda ya iç denge ya dış denge ya da her ikisi birden bozulmuş durumdadır.

İç ve dış denge doğruları dikey ve yatay eksenler arasındaki tüm alanı dört bölgeye ayırmaktadır. Bunların herbiri belirli iç ve dış ekonomik sorunları veyahut istikrarsızlıkları yansıtmaktadır. Herhangi bir anda ekonomi bu bölgelerden birisinde bulunacaktır, yani IS ve LM eğrilerinin kesiştiği nokta bu alanlardan birisine denk gelmektedir.

Ekonomik politika sorumluları; işsizlik, enflasyon ve ödemeler bilânçosu istatistiklerinden ekonominin hangi bölgede olduğunu tahmin edebilmektedirler. Fakat uygulanacak politikalar bağlamında bu yeterli olmamaktadır. Bu belirli bölgede ekonominin üzerinde bulunduğu gerçek noktanın bilinmesi gereklidir, fakat bu hemen hemen imkansız olarak görülmektedir.

Belirsizlikler, özellikle işsizlik artı dış fazla sorunun yer aldığı I nolu ve enflasyon artı dış açık sorunlarının bulunduğu III nolu bölgede çok daha büyük olmaktadır. Örneğin, A ve B noktaları I nolu bölgeye girmektedir. Mevcut dengesizlikleri gidermek için A noktasında kamu harcamalarının azaltılıp (IS nin E den geçecek şekilde aşağı doğru kaydırılması) para arzının genişletilmesi (LM yi sağa doğru kaydırmak) gereklidir.

Ancak B noktasında ise tam tersi yapılacaktır. Yani, hükümet kamu harcamalarını arttırıp (IS yi sağa doğru kaydırmak için), para arzını kısma (LM yi yukarı doğru kaydırmak) yoluna gidecektir.

Bunun gibi III nolu alanda C ve D noktalarında izlenecek politikalar aynı şekilde birbirinin tersi olmaktadır.

II ve IV nolu alanlarda ise kamu harcamalarının yönü bellidir. (II nolu alanda kamu harcamaları kısılmalı, IV nolu alanda ise daima arttırılmalıdır) Fakat, bu alanlarda para arzındaki değişmelerin yönü belirsizlik göstermektedir.

Bu nedenle, kısaca söylenebilir ki, iç ve dış istikrarsızlık durumlarında ilke olarak para ve maliye politikalarıyla her iki dengenin sağlanması mümkün olmakla birlikte, uygun politika bileşiminin belirlenmesi için yetkililer yeterli bilgiye sahip değildirler. Böyle bir durumda politikacılara yol gösterecek bir kural vardır.

Bu konuda Mundell tarafından geliştirilmiş ve “amaca uygunluk kuralı” (assignment) adı verilen bir ilke söz konusudur. Bu kurala göre her politika aracı, hangi amaç için daha etkili oluyorsa, o amaçla eşleştirilmelidir ve o amaç doğrultusunda kullanılmalıdır. Bunun için de her politikayı yürütmekle görevli organların birbirinden bağımsız olmaları gereklidir.

Genellikle para politikası dış denge konusunda, maliye politikası da iç denge alanında daha etkili olduğu kabul edilmektedir. Bu yüzden Mundel kuralı gereği dış dengeyi sağlama görevi para otoritesine (merkez bankası), iç denge görevi ise mali otoriteye (hükümet) verilmelidir. Her organ, diğer amaç üzerinde ortaya çıkabilecek olumsuz yan etkilere aldırmadan (yani merkez bankası istihdam, mali otorite ise dış denge üzerindeki etkileri göz ardı ederek) yalnızca kendine verilen amacın gerçekleştirilmesine çalışacaktır.

Belirtilmesi gerekir ki, yürütme organlarının her birine bu yönde ayrı bir görev verildiği için, tek bir hareketle genel dengeye ulaşılamayacaktır. Bu nedenle bir uyum süreci elzemdir. Örneğin para otoriteleri dış dengeyi sağlayacak şekilde para arzını ayarlamaya koyulduklarında, büyük olasılıkla mali otoritelerin planları bozulacaktır. Dolayısıyla mali otoritelerin de yeni duruma göre politikalarında ayarlama yapmaları gerekli olacaktır. Onların bu davranışı, para politikasını amacından saptırarak, para politikasının düzenleyenlerin yeni düzenleme yapmasını gerekli kılacaktır. Bu etki-tepki silsilesi iç ve dış dengenin aynı anda sağlanmasına kadar sürmektedir.

Mundell kuralı uyarınca ekonomik istikrarsızlık alanları ve bunlara karşı uygulanacak para ve maliye politikaları aşağıdaki gibi tablolaştırılabilmektedir.

Uygulanacak para ve maliye politikası bileşimleriyle ilgili açıklamaları bitirmeden bu yaklaşımın eleştirisiyle ilgili birkaç önemli noktaya değinelim. Önce, para ve maliye politikalarının özellikle politik bazı kısıtlamaların bulunduğunu belirtilmesi gereklidir. Örneğin, hükümetler kamu harcamalarını azaltmayı ya da faiz oranlarını yeterince yükseltmeyi kabul etmeyebilmektedirler. Sonra, politik engeller bulunmasa bile, sermaye akımları, faiz oranlarına karşı yeterince duyarlı olmayabilmektedir. Ayrıca uygulanan politikalar istikrar bozucu spekülasyonu özendirici sonuçlar doğurabilmektedir.

Bunlar dışında, ortaya çıkan sermaye akımları da geçici nitelikte olabilmektedir. Geçici veya kısa süreli olan bu akımlar genellikle portfolyoda mevcut menkulleri yeniden düzenlemenin bir sonucudur. Bu ayarlamanın yapılmasından sonra ise sermaye akımları azalacaktır. Sonuç olarak, artan dış borçların gerektirdiği faiz ödemeleri giderek büyüyeceğinden daha sonra tersine bir sermaye akımı ortaya çıkacaktır. Bu da Mundell yaklaşımının işleyişini engelleyerek dış dengesizliğin daha da büyümesine neden olabilmektedir.