15 Ağustos 2021 Pazar

Dilekçe Nasıl Yazılır?


Resmi bir kurum veya kuruluşa talebinizi iletmenizin en uygun yolu dilekçe yazmaktır.

Birçok kurum ve işletme de günümüzde diğer iletişim kanalları olmasına rağmen bazı durumlarda dilekçe yazılmasını resmi bir kayıt oluşturma açısından zorunlu tutmaktadır.

Dilekçe nedir? 

Özetle, kişinin talebini ilgili kurum veya kuruluşa iletmesi amacıyla talebini bir kağıda yazmasıdır. Bu talebin konusu kişinin kurumdan bir isteği olabileceği gibi şikayet ve düşüncelerini iletmesi de olabilmektedir.

Özellikle hukuk ile ilgili konularda dilekçe yazımı usulen de önem arz etmektedir. Aynı şekilde banka işlemlerinde ve eğitim kurumları ile olan ilişkilerimizde dilekçe yazımına ihtiyaç duymaktayız.

Dilekçede olması zorunlu olan bilgiler şunlardır.

- Yazım Tarihi

- Makamın İsmi

- Konuyu Anlatan Metin

- Dilekçeyi Yazan Kişinin Adı Soyadı

- Dilekçeyi Yazan Kişinin İletişim Bilgileri

- Dilekçeyi Yazan Kişinin İmzası

Önemli Bilgiler:

Dilekçe Çizgisiz Düz Beyaz Kağıda Yazılmalıdır.

Bilgisayar, Daktilo ve El Yazısı ile yazılabilir. (ancak Mavi ve Siyah renkli tükenmez kalem dışında renkli kalem kullanılmaz)

Dilekçe başlığında konuyu ilgilendiren Kurum ve Kuruluşun adı yazılmalıdır.

Özellikle her şehirde bulunan müdürlükler gibi kurumlar ve kuruluşlar için Yer belirtilmelidir.

Yazının tarzı resmi, saygılı ve ciddi olmalıdır. Konu açık ve net bir şekilde belirtilmeli, yanlış anlaşılmalara yol açabilecek ifadelerden kaçınılmalıdır.

Üst makama yönelik dilekçeler ARZ EDERİM ifadesi ile bitirilmelidir.

Yazım kurallarına dikkat edilmelidir.

Dilekçeye eklenecek belgeler Dilekçenin alt kısmında belirtilmelidir.

Yazının alt kısmında dilekçe örneklerine ulaşabilirsiniz.

Bilgisayarda yazmak için DİLEKÇE ÖRNEĞİ tıklayarak ulaşabilirsiniz.


Örnek Dilekçe




14 Ağustos 2021 Cumartesi

Gümrük İhale

 E-ihale sistemi internet sayfasına aşağıdaki linke tıklayarak giriş yapabilirsiniz.

E-IHALE.GOV.TR SİTESİNE GİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ 


Gümrük E-İhale Sistemi kısaca, 

Gümrükte yakalanan veya kişilerce teslim alınmayarak gümrüğe terk edilen eşyaların tasfiyelik hale gelmesi sonrası elektronik ortamda satışının yapılması amacıyla kurulmuş bir sistemdir.

Daha önceleri elektronik olmayan ortamda satışların yapılması nedeniyle satışlara katılan kişi sayısı ve rekabet oldukça düşük olmaktaydı. Ancak bu yeni sistemle bu eşyaların satışından devletin elde edebileceği gelir arttırılması hedeflenmiştir

Bu satışların yasal dayanağı Tasfiye Genel Tebliği (Elektronik İhale) Seri No:1 ve Seri No:2 dir.

İlgili mevzuata ulaşmak için aşağıdaki bağlantıya tıklayabilirsiniz.

Tasfiye Genel Tebliği Elektronik İhale Seri No:1

Tasfiye Genel Tebliği Elektronik İhale Seri No:1 de değişiklik yapan Seri No:2


18 yaşını doldurmuş, medeni hakları kullanma ehliyetine sahip ve Türkiye'de kanuni ikametgahı bulunan herkes bu satışlara katılabilmektedir.

Gümrük İhalelerine, ihalelere katılması yasaklananlar, tüm bakanlık personeli ve birinci derece akrabaları, ve bu kişilerin sermaye çoğunluğuna sahip olduğu tüzel kişiler, katılamazlar.

E-İHALE sitesine yukarıda yer alan bağlantıyı tıklayarak erişebilirsiniz.

Ayrıca E-Devlet sistemine giriş yaparak e-ihale kelimesini aratarak da sisteme erişmeniz mümkündür.

Eşyaların satışına teklif verebilmek için ilgili sitede üye ol bölümünden kayıt oluşturmanız gerekmektedir. 

Gümrük E-İhale sistemine üyelik ücretsizdir. Ancak teklif verebilmek için yeterli miktarda teminata sahip olmanız gerekmektedir.

Teminat, ihalelere teklif verebilmeniz için yatırmanız gereken tutardır. Satın almak istediğiniz eşyanın esas bedelinin yüzde 10 u oranında teminat göstermeniz gereklidir.

Teminat bedelinizi Halk Bankası, Vakıfbank, Ziraat Bankası veznelerinden veya ilgili bankaların internet bankacılığı uygulamalarından yatırabilirsiniz. Teminat yatırılırken mutlak suretle ihaleye katılacak olan kişinin TC Kimlik Numarası bildirilmelidir.

Kredi Kartı ile teminat yatırılması mümkün değildir.

Teminat iadeleri sistem üzerinden kişilerin kendisine ait banka hesaplarına yapılmaktadır. Hesap bilgilerinizi üyelik profilinde yer alan banka bilgileri kısmına girmeniz gerekmektedir.

İhale Başlangıç Bedeli araçlar için esas bedelin yüzde 75, diğer eşyalar için yüzde 50 si olarak belirlenmiştir. Daha düşük bir teklif vermeniz mümkün değildir.

İhaleye teklif ilgili satışın detay sayfasında yer alan teklif alanına istenilen tutarın girilmesi şeklinde yapılmaktadır.

Sistem tarafından işleme konulmuş tekliflerden vazgeçmeniz mümkün değildir. Bu yüzden teklif vermeden önce iyice düşünmelisiniz.

İhalelere 3 iş günü teklife açık durumda sistemde yer almaktadır. Bekletilmeyecek çabuk bozulabilir eşyalar için ise bu süre 1 iş günüdür. Sistemde belirtilen bitiş saatinden sonra ihaleler teklife kapatılır.

Kişiler sisteme otomatik teklif tanımlayabilmektedir. Bu sayede kişiler belirlemiş oldukları en yüksek bedele kadar belirledikleri artırım tutarı kadar otomatik teklif verilmiş olur. Örneğin, bir eşya için 10,000 TL bedel ile teklif verdiniz ancak söz konusu eşya için 50,000 TL ye kadar teklif vermek istiyorsunuz. Sisteme otomatik teklif tanımlarsanız. Sizden sonra başka kişilerce yapılan tekliflerden sonra sisteme tanımladığınız artırım tutarında daha yüksek teklif yapılması sağlanacaktır. Eğer bir kişi 15,000 TL teklif ederse ve siz 1,000 TL otomatik artırım belirlemişseniz, yeni teklifiniz otomatik olarak 16,000 TL olacaktır. Bu durum satış bedelinin belirlemiş olduğunuz 50,000 TL kadar devam edecektir.

Otomatik teklif sizin dışınızda kimse tarafından görüntülenemez. 

Başka kişilerce teklif verilmezse ilk vermiş olduğunuz 10,000 TL tutar üzerinden ihaleyi kazanmış olursunuz.

Satışa esas bedelin yüzde 75 i altında olan teklifler ihaleyi düzenleyen kurum tarafından değerlendirilerek karara bağlanmaktadır.

İhaleyi kazandığınızda sistemde kayıtlı telefonunuza SMS ve e-mail adresinize bildirim gönderilmektedir.

İhaleyi kazandığınızda maliyetiniz Teklif Tutarı ve Damga Vergisi olmaktadır. Damga Vergisinin KDV si ve varsa ÖTV si tahsil edilmektedir. Bu bedeller dışında ek bir vergi ve yükümlülük varsa ihalenin açıklamalar bölümünde yer almaktadır. Satın almayı düşündüğünüz eşyanın açıklama bölümünü mutlak suretle okuyunuz.

Araç ve eşyaların kayıt işlemleri, alınacak izinleri, piyasaya arzı alıcı tarafından yerine getirilmelidir.

İhale bedeli sistemde yer alan ÖDE butonuna tıklanarak ödenmektedir. Ödeme için 7 günlük ek süre talep edebilirsiniz. Ancak 7 günlük gecikme faizi tahsil edilecektir.

Eşya ve araç beklendiği gibi çıkmama ihtimali her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Alıcı bu yönden itiraz hakkı bulunmamaktadır. Ancak satış ilanında yer alan niteliklerden farklı bir durum olduğu yönünde itiraz olursa, ilgili konu Genel Müdürlüğe iletilerek cevaba göre işlem tesis edilmektedir.

İhaleyi kazandığınız eşyayı bizzat giderek kendiniz teslim almanız gerekmektedir. E-ihale sisteminde kargo hizmeti verilmemektedir.

Bu bilgiler dışında e-ihale internet sitesinde yer alan diğer bilgileri okumanız sizin için faydalı olacaktır.



13 Ağustos 2021 Cuma

Bilgi Sistemlerinin İşletme Açısından Önemi

 İşletmelerin büyümesi ve karmaşıklaşması neticesinde yeni gereksinimleri ortaya çıkmaktadır. Büyüyen ve karmaşıklaşan bir işletme yönetimi etkin ve doğru kararlar verebilmek için daha fazla bilgiye ihtiyaç duymaktadır. Bu noktada büyük ölçekli firmalarda bilgi sisteminin kurulması zorunlu olur. Bilgi sistemleri temel olarak verilerin kaydedilmesi, saklanması, belirli bir işlem sürecinden geçirilmesiyle yeni bilgiler elde edilmesi ve bu verilere sağlıklı bir şekilde erişilebilmesi olarak tanımlanabilir. Bilgi teknolojileri konusunda süregelen gelişmeler sonucunda işletmelerin tüm faaliyet alanlarının birbirleriyle olan koordinasyonu açısından bilgi sistemleri artık kılcal damarlar gibi tüm işlemlere sirayet etmiş durumdadır. Bilgi sistemleri özellikle yönetime karar verme ve kontrol faaliyetlerinde tüm duruma hakim olma ve önümüzdeki dönem için strateji belirleme gibi büyük katkılar sağlamaktadır. Karar destek sistemleri bilgi sistemlerinin bu açıdan önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Örneğin Kurumsal Kaynak Planlaması kavramı da buna çok güzel bir örnektir. Kurumsal kaynak planlaması tek bir veri tabanı ve uygulama çerçevesinde birleştirilmiş tüm işletmeyi kapsayan bir sistemdir. Tek bir uygulama çatısı altında, insan kaynaklarının, muhasebenin, satışın, üretimin, dağıtımın ve tedarik zincirinin yönetimini entegre eden bir sistemdir. Küresel rekabet ortamında işletmelerin bunun gibi gelişen teknolojiler sonucunda ortaya çıkan bilgi sistemlerini kullanmaları artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Aksi durumda küresel pazarda yok olup gitmeleri oldukça muhtemeldir. İşletmeler rekabet ortamında sahip oldukları kaynakları en iyi şekilde yönetmek zorundadır. Müşterilerin talepleri ve memnuniyet oranlarını incelemek değerlendirmek bile artık bilgi sistemlerinin bir konusu olmaktadır.

Bilgi sistemlerinin destekleyici unsurlarını şu şekilde sıralayabiliriz. İlk olarak yönetim-idare açısından işletmelerin belirlediği amaçlara ulaşabilmesi için organizasyonda koordinasyon sağlayabilmek bilgi sistemleri sayesinde kolaylaşmıştır. İkinci olarak işletmelerin planlamalarını yapması ve stratejik konularda doğru kararları alabilmek yönünden bilgi sistemleri kullanmaları gereklidir. Denetim açısından ise verilerin depolanması ve sürekli takibi gibi bilgi sistemleri elementlerinin sonucu olarak denetim işleminin bilgi sistemleri olmaksızın yürütülmesi artık imkansızlaşmıştır. Daha önce de ifade edildiği gibi şirketlerin kılcal damarlarını oluşturan bilgi sistemleri özellikle karar verici pozisyonda olanlar için doğru kararları verebilmek adına çok önemli bilgileri öğrenebilme faydası sağlamaktadır.

9 Ağustos 2021 Pazartesi

Bilgi Asimetrisi

Tam rekabet pazarlarında rasyonel olan ekonomik birimlerin tam bilgiye sahip olmasıdır. Eksik rekabet pazarlarında ise ekonomik birimler eksik bilgiye sahiptir. Eksik bilgi varsayımı toplumda bilginin dengeli dağılmamasından doğmaktadır. Bilginin bu şekilde dağılması durumunda alıcı ve satıcıların rekabet yetenekleri düşmektedir. Sonuç olarak piyasada olumsuz bir durum ortaya çıkmaktadır. Kimilerinin diğerlerinden daha fazla bilgiye sahip olması, fazla bilgiye sahip olanın az bilgiye sahip olana üstünlük kurması ve kendi çıkarına göre davranmasına yol açacağı beklenmektedir. Bu durum asimetrik bilgi kavramının ortaya çıkarmıştır.

Bilgi asimetrisi ekonomik bir ilişkide taraflardan birinin diğeri hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması anlamına gelen durumu ifade etmektedir. Bir piyasa başarısızlığı olarak kabul edilmektedir. Taraflar arasında bir işlem yapılmadan önce eğer asimetrik bilgi sorunu varsa, piyasadaki taraflardan birisinin kendisi hakkında bildiği ve diğer tarafın bilmek istediği ama öğrenemediği bir bilgi var demektir.

LİMON PAZAR TEORİSİ

The Market for Lemons: Quality, Uncertainty and Market Mechanism adlı makale bilgi asimetrisi üzerine yapılmış önemli çalışmalardan biridir. (Alp Salih 2010) George Akerlof ünlü makalesinde limon teorisini ikinci el otomobil piyasası üzerinden örnekleyerek açıklamıştır. Buna göre piyasada iyi otomobiller ve kötü otomobiller (limon) vardır. Alıcı otomobillerin kalitesi hakkında doğrudan bilgi sahibi olamadığı için ortalama kaliteye göre bir fiyat belirler. Bu durum kötü otomobil satıcılarının işine gelir ama iyi otomobil satıcıları fiyatı beğenmeyerek piyasadan çıkar. Sonuç olarak piyasada sadece kötü otomobiller kalır. Bu durum ortalama kaliteyi düşürdüğü gibi fiyat oluşumunu da etkilemektedir. Söz konusu örnek gayet basit görünmesine karşın, aynı zamanda bilgi asimetrisi hakkında oldukça net ve anlaşılır bir örnek olduğunu söylemek gerekir. İkinci el otomobil piyasası üzerinden anlatılan durum, alıcı ve satıcının olduğu her türlü ekonomik ilişkide rastlanabilecek bir gerçeği ortaya koymaktadır.

Adverse Selection (ters seçim problem) olarak da ifade edilen limon pazarı teorisi taraflar arasındaki bilgi asimetrisi nedeniyle ticareti yapılan malların ortalama kalitesindeki düşüşe işaret etmektedir. Bu durum optimum piyasa şartlarına ulaşmanın önündeki önemli bir engel olarak ortaya çıkmaktadır. Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Akerlof (1970), the market for lemons adlı makalede bu konuyu detaylıca incelemiştir. İlgili teoride limon teriminin kullanılması Amerika Birleşik Devletleri’nde ikinci el arabaları limon denmesi nedeniyle olduğunu belirtmek gerekir.

Her türlü alışverişte bu durumla karşılaşmak mümkündür. Kişilerin alım satım yaparken profesyonel yardım (ekspertiz gibi) almaları tamamen asimetrik bilgi probleminden kaçınmak için yapılmaktadır. Malın kalitesi de fiyatı ve maliyeti ile ölçülemez. Mal kalitesinin ölçüsü olmayan durumlar mevcuttur. Bu alıcı ve satıcı arasındaki güven ve bilgi akışına bağlı olarak belirlenir. Satıcı tarafından belirlenen fiyat malın kalitesini göstermiyor olabilir.

İlgili makaledeki ikinci el otomobil piyasası örneğini birçok farklı piyasada düşünebiliriz. Problemin ana konusu bilgi asimetrisinin ilgili pazara yapmış olduğu etkidir. Ekonomide ticarete konu olan mal ve hizmetlerde, ekonomik birimlerin bilgi farklılığına sahip olması yani bir bilgi asimetrisi mevcut olması halinde, rekabetin şartlarının bozulacağı ve taraflardan birinin haksız üstünlük sağlaması söz konusu olacağı kesindir. Serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı günümüzde rekabet şartlarının bozulması önemli bir sorun olarak görülmektedir.

Akerlof’un bu teorisi, çok sonraları P. Krugman tarafından ilginç bir şekilde yorumlanmıştır. “Bir kez duyduktan sonra sanki onu eskiden beri biliyormuşsunuz gibi hissettiğiniz etkileyici şarkılar yazabilen bir müzik bestecisi duymuştum. Aynı geleneğe sahip iktisatçılar da bulunmaktadır. Bu iktisatçılar çok temel ve aynı zamanda çok basit, bir kez duyduğunuzda onları anlamadığımıza inanmamızın zor olduğu fikirleri sahiplenmeyi başarabilirler. George Akerlof bu yeteneğe sahiptir.” (Alp 2008) Akerlof makalede örneğini verdiği ikinci el otomobil piyasasındaki durumun, finansal piyasalarda da olabileceğini belirtmiştir. İlgili makalede söz konusu duruma çözüm önerileri de sunulmuştur. Özellikle kalite belirsizliğine çözüm olarak garanti belgelerini, markalaşmayı, lisansları ve sertifikaların gerekliliğini belirtmiştir.

Asimetrik bilgi teorisi hakkında bir başka fikir ortaya koyan Joseph Stiglitz ise Screening adlı makalesiyle sigorta piyasasını ele almıştır. Sigorta şirketleri potansiyel sigorta müşterilerinin asıl risk durumları hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları ve asimetrik enformasyon problem yaşadıkları sigortacılık sektörü hakkında şöyle bir varsayımda bulunmuştur. (Koç 2009) Bir Sigorta şirketi, her müşterisine aynı primler üzerinden sigorta yaparsa, yüksek oranda risk taşıyanlarla, dikkatli davranıp az risk taşıyanlar aynı fiyattan sigorta primi ödemek zorunda kalırlar. Bu durumdan şikayet eden az kaza yapan kişiler bir süre sonra sigortadan çıkacak, daha az primle daha çok hasar ödemek zorunda kalan sigorta şirketleri de primleri yükseltmek zorunda kalacaklardır. Özetle iyi müşteriler piyasadan kovulmuş olmaktadır.

Asimetrik bilgi, bir işlemle ilgili olarak taraflardan biri belli bir bilgiye sahipken, diğer tarafında bu bilgiye sahip olmadığı durumu ifade etmektedir. Piyasanın dengesinin bozulduğu bu durumlarda, kötü paranın iyi parayı kovması durumu gerçekleşebilmektedir. Bu durumda iyi mallar veya müşterileri piyasadan çekilirken, piyasa kötü mallar ve müşterilere kalmaktadır. Asimetrik bilgi bu nedenle serbest piyasa ekonomisinden arzulanan bir durum değildir.

Temsilde bilgi asimetrisi konusu da oldukça önemlidir. Örneğin, yöneticilerin amacı, şirket hisse senedinin değerini en yüksek değere çıkarmaktır. Ancak, yöneticiler kendi çıkarları açısından mesleklerini kaybetmek endişesiyle çoğu kez tutucu davranırlar ve riskli yatırımlara girmekten kaçınırlar. Yabancı kaynak ihtiyacında ise, firma hissedarlarını yüksek maaş veya yan gelirler şeklinde ortaya çıkan “yönetici maliyetlerini” ödemeye mecbur bırakırlar. Bu durum azınlık pay sahiplerinin, büyük pay sahipleri ile yöneticiler karşısında bilgi asimetrisine maruz bırakılmaları şeklinde de tezahür edebilir. Söz konusu durumda azınlık pay sahiplerinin şirket bünyesinde haklarını koruyacak imkanların oluşturulması gerekmektedir.

SERMAYE PİYASALARIN BİLGİ ASİMETRİSİ

Sermaye piyasaları küçük tasarrufların ekonomiye kazandırılması ve kaynakların dengeli bir şekilde dağıtılması için önemli araçlardan biridir. Sermaye piyasasının bu fonksiyonu yerine getirebilmesi için etkin bir şekilde çalışması gerekmektedir. Piyasa etkinliğinin yeterli düzeyde olabilmesi için bilginin yatırımcılar arasında eşit ve eş zamanlı dağılımına ve fiyatların mevcut bilginin tamamını göstermesi gereklidir. Bu nedenle asimetrik bilgi sermaye piyasalarının etkin çalışmasına karşı bir engel oluşturmaktadır.

Finansal araçlar aracılığıyla yatırımlar yapılmaktadır. Örneğin tahviller, ve hisse senetleri. Yatırımcılar, bir finansal varlığa yatırım yapabilmeleri için bu varlığın riskini doğru ölçebilmeleri gereklidir. Sermaye piyasaları ekonomi bilimine göre etkin bir şekilde işlemesi halinde şirketlere doğru yatırım kararları almaları için yol gösterici olmaktadır. Varlık fiyatlarının belirlenmesinde olması gereken bilginin yatırımcılar arasında eşit ve eş zamanlı dağıldığı ve yatırımcıların da bu bilgiyi rasyonel bir şekilde fiyatlara yansıtmasıdır. Ancak gerçek hayatta bazı yatırımcılar diğerlerinden daha fazla bilgiye sahip olabilir. Aynı haber aynı anda herkese ulaşsa bile farklı yorumlanma durumu da söz konusu olabilir. (Aras 2004)

Örneğin Akerlof’un limon teorisindeki görüşüne göre duruma bakabiliriz. İçeriden (insider) bilgi alanların kazançları bilgi sahibi olmayanların kayıplarından oluştuğu bir piyasada, bir süre sonra rasyonel bilgi sahibi olmayanlar oyun dışında kalmayı tercih edecekleri öngörülür. Bu şekilde bilgi sahibi olan parasını alacak bilgisiz yatırımcı bulamayacak sonuç olarak piyasa bilginin yansıtılmadığı bir yerde dengelenmiş olacaktır. Bu durumda söz konusu sermaye piyasası etkin bir şekilde yürütülemediği için şirketler için herhangi bir fayda sağlayamayacaktır.

Sermaye piyasaları açısından bakıldığında asimetrik bilgi, özetle yatırım işlemi yapan birinin doğru kararlar alabilmesi için diğer taraflar kadar bilgiye sahip olmaması olarak ifade edilebilir. Bilgi asimetrisinin tarafları, firmanın içinden bilgi alanlar ile ortalama yatırımcı arasında olabileceği gibi yatırımcı ile yatırım danışmanı gibi taraflar da söz konusu olabilmektedir. (Şenyüz 2008)

Diğer taraftan Akerlof’un ikinci el otomobil piyasası örneğinde olduğu gibi iyi şirketler ve kötü şirketler sermaye piyasasında da bulunmaktadır. İyi şirket ile kötü şirketi ayıramayan kişiler tüm şirketler için ortalama düzeyde bir fiyat ödemeye razı olacağından piyasaya hisse senedi ihraç etmek isteyen gerçekten iyi şirketler istedikleri seviyede fiyattan alıcı bulamayabilecektir. Daha da kötüsü etkin bir sermaye piyasasının kurulması mümkün olamayacaktır. İyi şirketlerin piyasadan çıkışı ve piyasadaki şirket kalitesinin düşmesi sonuçları ortaya çıkabilecektir. Bu durumdan hem iyi şirketler hem de bu şirketlere yatırım yapmak isteyen yatırımcılar zararlı çıkacaktır. Günümüzde varlık fiyatlarını takip edenlerin göreceği üzere bazen anormal fiyat hareketlerinin ortaya çıktığı görülmektedir. Piyasalarda gerçekleşen fiyat anormalliklerinin asimetrik bilgi kaynaklı olabileceği düşünülmektedir.

Asimetrik bilgi olarak kabul edilmeyecek durumlara değinecek olursak, yatırımcılar araştırma yaparak veya hisse senedi alım satım işlemini çok sık yaparak belli bir tecrübeye sahip olabilirler. Piyasaya hakim bir yatırımcının hisse senedi fiyatlarındaki değişimi tecrübesiz bir yatırımcıdan daha doğru tahmin edebilmesi daha olasıdır. Bu bilginin doğasıdır. Kişilerin piyasada zaman harcayarak, emek vererek kazanç sağlaması normal bir durumdur. Aksi halde finansal piyasalara yatırım yapmanın bir mantığı olmamaktadır. Bu durum asimetrik bilgi ile karıştırılmamalıdır.

KURUMSAL YÖNETİM VE BİLGİ ASİMETRİSİ

Son olarak asimetrik bilgi sorununa gidermek için yapılabilecek kurumsal yönetim mekanizmalarını ele alalım. Öncelikle asimetrik bilgi sorununu tamamen ortadan kaldırmanın imkansız olduğunu söylemek gerekir. Ancak buna rağmen asimetrik bilgi düzeyinin azaltılması oldukça önemlidir.

Kurumsal yönetim ilkelerinden Şeffaflık sayesinde asimetrik bilgi sorununu aşmak mümkün olmaktadır. Bushman (2004) şeffaflığı firma özelindeki bilgilerin dışarıdaki yatırımcılar ve paydaşlar tarafından erişilebilirliği olarak tanımlamıştır. Güçlü sermaye piyasalarının oluşması ancak azınlık pay sahiplerinin şirketin işlemleri hakkında yeterince bilgi sahibi olması halinde mümkündür. Diğer yandan şirket yöneticileri ve büyük pay sahipleri tarafından yatırım değerlerini düşürecek kararlar almalarını engelleyecek hukuki ve kurumsal yapıların şirket bünyesinde mevcut olması gereklidir. Bunların gerçekleştirmek için şirketler şeffaf olmalı ve yatırımcı kararını etkileyebilecek her çeşit bilgiyi tam olarak, zamanında, doğru bir şekilde azınlık pay sahiplerine ulaştırmalıdır. Bu durum asimetrik bilgi sorununa çözüm olabilecektir. Bu noktada bilgilenmeyi arttırıcı kamusal düzenlemeler de önemli bir etken olabilmektedir. Kamu otoritesi sermaye piyasaları konusunda yasal düzenlemeler yapabilir. Bu şekilde şirketlerin daha şeffaf bir yapıya ulaşması sağlanabilir. Şirket sorumluluğunun ve üst yönetimin açıklama yapma sorumluluğunun bu şekilde ortaya konulması önemli bir aşamadır. Ayrıca bağımsız denetim şirketlerince denetimlerin yapılması ve bu denetimlerin usulüne uygun olarak yürütüldüğünden denetçilerin yetkin ve baskı altında kalmadan görevlerini yerine getirdikleri ortamın sermaye piyasalarının geleceği için oldukça önemli bir husustur. Diğer kurumsal yönetim ilkelerini de asimetrik bilgiyi minimum seviyede tutmak amaçlı olarak kullanmak gerekir. Örneğin eşitlik ilkesi ile azınlık hissedarların haklarının korunması, hesap verilebilirlik ile yönetim kurulu tüm paydaşlara aldığı kararlar için hesap verebilir olmalıdır. Kurumsal yönetim ilkelerini bir şirket için gerçekleştirebilmek elbette ki belli bir maliyet demektir. Ancak gerek kamu otoritesinin koyduğu yasal düzenlemeler gerekse piyasa gerekliliklerine bağlı olarak asimetrik bilgi problemini kurumsal yönetim ilkelerinin etkin uygulanması yoluyla azaltmak mümkün olabilmektedir.

 

KAYNAKÇA

 

Akerlof, George A. (1970), The Market for Lemons: Quality, Uncertainty and the Market Mechanism. The Quarterly Journal of Economics, Vol.84, No:3, 488-500.

Alp, S. (2010), Avusturya Okulu Bilgi Teorileri ve E-Ticaret Çerçevesinde Akerlof’un Limon Piyasa Modelinin Değerlendirilmesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, 177.

Alp, S, Karakaş, A. (2008). Asimetrik Bilgi Teorisi Karşısında Hayek’in Ekonomik Yaklaşımları: Karşılaştırmalı Bir Analiz. Liberal Düşünce Dergisi, (52), 215-230

Aras, Güler. (2004). Sermaye Piyasalarında Asimetrik Bilgi Etkisi Ve Piyasaların İşleyişindeki Rolü. İktisat İşletme ve Finans. 19. 81-94.

Bushman, Robert M., Piotroski, Joseph D. ve Smith, Abbie J. (2004). What Determines Corporate Transparency?, Journal of Accounting Research, 42: 207252

Koç, Y. (2009). George Akerlof, Michael Spence ve Joseph Stiglitz’in Asimetrik Bilgi Üzerine Katkıları. Bilgi Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi, 4 (1), 113-124

Şenyüz, Nermin, (2008) Kredi Piyasalarında Asimetrik Bilginin Bankacılık Sistemi Üzerindeki Etkileri: Türkiye Örneği (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, Sf. 62.

8 Ağustos 2021 Pazar

Muhasebe Hileleri ve İç Denetim

İşletmelerde yapılan hileler, işletme varlıklarının bilerek ve isteyerek çalınması, amaç dışı kullanılması, yanlış yönlendirilmesi veya suiistimal edilmesinden oluşmaktadır. Özellikle son yıllarda işletme çalışanlarınca ve yöneticilerince yapılan hileler işletme yönetimleri için önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Çok farklı şekillerde yapılan hilelerin sayısı ve neden oldukları kayıplar gün geçtikçe artış göstermektedir.

Hile, işletme varlık ve kaynaklarının çeşitli nedenlerle, gerçekte olduğundan farklı gösterilmesi veya hiç gösterilmemesi, yasa dışı yollarla işletmeden çekilerek kişisel çıkarlar için kullanılması şeklinde tanımlanabilir.  Hileler bilinçli bir şekilde, önceden planlanarak yapılan eylemlerdir. Belli bir amaçla işletmenin işlem, kayıt ve belgelerinin bilerek tahrif edilmesine muhasebe hilesi denir. Muhasebe hatalarının bilgisizlik ve dikkatsizliğe dayanmasına karşın muhasebe hileleri bilinçli olarak yapılır.

Muhasebe İşlemlerin Kayıt Dışına Çıkarılması : Mali denetimlerde hata ve suistimal tespit etme işi genel olarak muhasebe belgeleri üzerinde yapılmaktadır. Oysa yolsuzlukların birçoğu belgelere yansımamaktadır. Özellikle rüşvet, ihaleye fesat karıştırma ve adam kayırma gibi yolsuzlukların büyük bir bölümünü oluşturan fiillerin evrak üzerinden tespiti imkansız  gibidir. 

Muhasebede her türlü işlemin yasal belgelere dayanması esas olup, alım ve satım  işlemlerinde belge düzenlenmemesi halinde bu işlemler muhasebe kayıtlarına yansıtılamayacağı için kayıt dışına çıkılmış olunmaktadır. Belge kullanmamak zincirleme bir olaydır. Şöyle ki; satış belgesiz yapıldığında alışlar belgeli yapılırsa stoklar fazla görüneceğinden problem ortaya çıkmakta, tam tersi durumda, yani satışın belgeli alışın belgesiz olduğu durumda ise olmayan bir mal satılmış gibi görünür ki bu da olumsuz bir durum ortaya koymaktadır. Asıl olan tüm alış ve satışların belgeli yapılmasıdır. Ancak ülkemizde kayıt dışı ekonomi hala ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü çeşitli nedenlerle insanlar hala belgesiz işlem yapma yolunu seçmektedirler.

İşlemden Önce Veya Sonra Kayıt : İşlemin gerçekleştiği tarih ile bu işlemin  muhasebe  kayıtlarına  aktarıldığı  tarih  arasında  farklılık  olması, muhasebenin  özellikle  raporlama  aşamasında  büyük  öneme  sahiptir. İşlemden once veya sonar kayıt nedeniyle oluşacak sonuçlardan, düzenlenen mali tablolara göre yatırım yapacak yatırımcı, kar payı alacak hissedar, şirketin durumunu değerlendiren kredi verenler ve alacağı vergi nedeniyle devlet, öncelikli olarak etkilenen gruptur ve hepsi yanıltılmış olmaktadır.

Uydurma Hesaplar : Gerçek işlemleri gizlemek için kullanılan ve özellikle zimmete geçirme suçu için en çok tercih edilen yöntemdir. Belgesiz veya kayıt dışı olarak gerçekleştirilen işlemler uydurma hesaplar ile kayıtlara alınarak, kaydi olarak mevcut ancak fiili olarak mevcut olmayan tutarlar en uygun  zamanda,  genellikle  sonuç  hesaplarına  aktarılması  gereken  bir hesaba virman yapılmaktadır. Tutar dikkat çekecek bir büyüklüğe sahipse parçalar  halinde  veya  virman  yapılan  hesaptan  başka  hesaba,  oradan başka hesaba aktarılmak  suretiyle hesaplardan takip edilmesi mümkün olmayacak aşamaya kadar dolaştırılıp, en son olarak da sonuç hesaplarına aktarılarak kayıtlardan tamamen çıkarılmak suretiyle gerçekleştirilmektedir.

Belgede Sahtecilik : Gerçekte olmayan bir işlemi olmuş gibi göstermek için  düzenlenen belgeler, sahte belgeyi düzenleyen ve kullanan için ayrı ayrı  menfaat oluşturmak için kullanılmaktadır.

Belgelerin muhasebe kayıtlarına alınmaması veya mükerrer kaydedilmesi, faaliyet döneminde gerçekleştirilen iş ve işlemlere ait doğru  ve gerçek belgeler muhasebe kayıtlarına alınmayabilir. Giderlerin olduğundan az gösterilmek istenmesi, hukuki bir işlem veya dava ile ilgili olması, bilanço  dipnotlarında açıklama yapılması gereken bir hususa ait olması, işletme ilgililerinin işletme ile ilgili kararlarını olumsuz etkileyebilecek bir olayın varlığı gibi sebeplerle işlem ve belgeler kayıtlara hiç alınmamış olabilmektedir. Bununla birlikte belgeler kasıtlı olarak muhasebe kayıtlarına mükerrer kaydedilmiş olabilmektedirler. Burada da amaç, gelir ve giderlerin olduğundan yüksek gösterilmek suretiyle işletme ilgililerinin yanıltılmak istenmesi olmaktadır. Bilgisayarın  sahip  olduğu  özellikler,  kayıtların istendiği anda düzeltilebilmesini ve yasal sınırlara uyulmaksızın keyfi bir kayıt düzeninin işletilmesini kolaylaştırmaktadır. Bilgisayar kayıtlarının bu özelliği, her zaman muhasebe hata ve hilelerinin yapılmasına olanak tanıdığı gibi, hatalı formüllerin uygulanması gibi nedenlerle defter kayıtlarının veya mali tabloların gerçeğe aykırı düzenlenmesine de neden olmaktadır.

Bilgisayar Hileleri : Genel olarak yanlış veri girişi, yazılımlar üzerinden oynama ve manyetik ortamlarda saklanan muhasebe veri ve bilgilerinin değiştirilmesi veya ortadan kaybedilmesi şeklinde yapılan hile türüdür.

Ancak, muhasebe hilelerinin genel olarak, çeşitli yolsuzlukları gizlemek, işletmenin gerçek durumunu farklı göstermek ve vergi kaçırmak amaçları üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir.

İşletmelerde çalışanlar ve tepe yönetimi tarafından yapılabilecek hilelere aşağıda çeşitli örnekler verilmektedir.

a) Çalışanlar Tarafından Yapılan Hileler: Hile üçgeninde görülen baskı unsurlarındaki etmenlerden dolayı hileler ortaya çıkmaktadır. Bu hilelerin bazıları aşağıda sıralanmaktadır.

- Çalışanların yapılan para tahsilâtlarını kayıtlara yansıtmadan kendi zimmetlerine geçirmesi,

- İşletmelerin ilgili bulundukları banka kayıtları ile oynayarak parasal yarar sağlaması,

- İşletme lehine gerçek olmayan borçlar ve sahte satıcılar yaratarak ödeme sağlaması,

- Ofis malzemesi, sabit varlık, stok ve hurda gibi kalemler üzerinden hırsızlık yapılması,

- İşletme varlıklarının, kredi kartlarının şahsi amaçlı kullanımı,

- Çeşitli nedenlerle işletme müşterileri veya tedarikçilerinden rüşvet alınması,

- Şişirilmiş şahsi sağlık veya seyahat harcamaları ile yarar sağlanması,

- Fazla mesai ücretleri ile oynayarak fazla ödeme alınması

b) Tepe Yönetimi Tarafından Yapılan Hileler: İşletme yönetimi, kredibilitesini artırmak, borsada hisse senedi fiyatlarını yükseltmek, hisse başına kârı artırmak, işletmenin toplumdaki değerini artırmak vb. sebeplerle muhasebe hileleri yapabilmektedir.

- İşlemleri henüz bitmemiş, ancak gelir doğurması mümkün olan işlemlerin önceden gelir unsuru olarak kaydedilmesi

- Aslında gerçekte olmayan gelir kalemleri kaydetmek,

- Bir defalık kazançlar ile geliri artırmak,

- Cari dönem giderlerini bir sonraki döneme aktarmak,

- Gelecek dönem giderlerini cari döneme gider olarak kaydetmek

Muhasebe hilelerinin tespit edilmesi kadar, bu hilelerin önlenmesine yönelik yöntemlerin tespit edilmesi de önemlidir.

Şirketler muhasebe hilelerini önlemek için, hem iyi bir denetim koşulu sağlamalı hem de kendi içlerinde bir takım prosedürler geliştirerek var olması muhtemel muhasebe hilelerini en aza indirmeye çalışmalıdır. Bunun için de şirketler öncelikle iç denetim ve iç kontrol sistemlerini sağlam oturtmalı, dışarıdan denetim yapacak şirketlere doğru bilgiler ulaştırılmalıdır. Bunların dışında da hileleri önlemek için bir takım programlardan yararlanabilmeli, hileleri ortaya çıkartan birimler kurulmalı, ihbar hatlarından ve özel hata ve hileleri inceleme birimlerinden yararlanılmalıdır.

İç denetimin temel sorumluluğu işletmenin tüm faaliyetlerini ve yönetim işlemlerini gözden geçirmek ve denetlemektir. İç Kontrol Sistemi oluşturularak, bir işletme veya diğer bir kuruluştaki yönetim kurulu, üst yönetim ve diğer personel tarafından etkilenen ve bu kişilerin içinde bulunduğu faaliyetlerin etkinlik ve verimliliği, finansal raporlamanın güvenilirliği,  yürürlükteki mevzuata ve diğer düzenlemelere uyum şeklinde sınıflandırılabilecek amaçlara yönelik bağımsız ve tarafsız makul bir güvence temin etmek üzere tesis edilmesi sağlanabilir. İç kontrol sistemi, tepe yönetimi tarafından saptanmış yönerge ve kurallara uygun davranılmasını ve verilen raporların doğru, zamanlı ve eksiksiz olarak hazırlanıp yönetime sunulmasını sağlamaktadır. Bağımsız denetçiler de iç kontrol birimlerinden aldıkları bilgileri tekrar denetlemekte ve denetlenen işletmelerin muhasebe sistemi tarafından tutulan hesapların ve hazırlanan finansal raporların güvenilirliğini saptamaktadır. Dolayısıyla iç kontrol sisteminin varlığı işletme yönetiminin sorumluluğunu artırmakta ve hileleri önlemektedir.

Bağımsız Denetim muhasebe hilelerini ortaya çıkarmakta kullanılır. Sermaye Piyasası Kurul’una göre ‘ortakların ve sermaye piyasası kurumlarının kamuya açıklanacak veya kurulca istenecek mali tablolarının, genel kabul görmüş muhasebe kavram, ilke ve standartlarına uygunluğu ile bilgilerin doğruluğunu ve gerçeği dürüst bir biçimde yansıtıp yansıtmadığının denetçiler tarafından denetim ilke ve kurallarına göre, defter kayıt ve belgeler üzerinden incelenmesini ve tespit edilen sonuçların rapora bağlanması süreci bağımsız denetimi oluşturmaktadır’

İhbar Hatları kurulabilir. İhbar mekanizması temelde, herhangi bir kişinin fark ettiği hileleri yetkili mercilere bildirmesi sonucu yapılan yanlışlıkların yetkili kişilerce çözülmesini içermektedir. İhbarların yapıldığı yetkili merciler denetim komiteleri, iç denetçiler, dış denetçiler, üst yöneticiler ve hukuki yaptırımlar uygulayabilen kurumlardır. Organizasyon içindeki hileleri bilen ama herhangi bir şekilde bunu ortaya çıkarmayan kişiler de dolaylı yoldan da olsa hile yapan gruplara dâhil olmaktadır.

Bu noktada kişilerin ahlaki duyarlılığa sahip olması, kişilerin işletmede olan hilelerin farkına varıp bu hileleri çözmek için strateji belirleme kabiliyetine sahip olması ve kişilerin bu hilelerle uğraşabilmesi için karara varması ve azmetmesi önemlidir. Eğer bu faktörlerin hepsi birden çalışırsa ihbar mekanizması etkili çalışacak, amacına ulaşacak ve doğru kanalların tercihinde yardımcı olacaktır. İhbar mekanizmasının yüksek verimlilikte çalışabilmesi için hilelerin fark edilmesinin ardından, kişi kendi mekanizmasına güvenmeli iç ve dış kontrol mekanizmasının etkilerini doğru saptamalı ve ahlaki standartlara uygun davranmalıdır.

Tesadüfi olarak hilelerin ortaya çıkması da mümkün olmaktadır. Muhasebe hilelerinin ya da hatalarının ilgili kişilerin karşısına hiçbir çalışma yapmaksızın rastlantı eseri çıkmasıdır

Özel Hata ve Hile İnceleme Birimleri kurulabilir. İşletmelerin bünyesinde sadece muhasebe hata ve hileleri bulmak için birimler kurulabilir. Bu birimler buldukları hata ve hilelerin hangi kalemlerde daha çok görüldüğünü bulmaya çalışmakta ve ulaşılan sonuçları raporlar halinde ilgili mercilere ulaştırmaktadırlar.

İç Denetimin Yöneticiler Açısından Önemi

 

İç denetim, kurumun faaliyetlerine değer katmak ve geliştirmek amacıyla tasarlanmış bağımsız, tarafsız güvence sağlama ve danışmanlık faaliyetidir. İç denetim risk yönetimi ve iç kontrol sistemi etkinliğini, sistematik ve disiplinli bir yaklaşımla değerlendirip geliştirerek ilgili organizasyonun hedeflerine ulaşmasına yardımcı olmaktadır. İç denetim faaliyetleri risk odaklı olarak yürütülmektedir. Bu bağlamda işletmelerde risk odaklı bir iç denetim planı ve programı hazırlanmalıdır.

Uluslararası iç denetim standartları, nitelik ve performans standartları olarak iki ana bölümden oluşmaktadır. İç denetim faaliyetinin amaç, yetki ve sorumluluğunun yönetmelikle tanımlanması bağımsızlık, mesleki yeterlilik ve sürekli mesleki gelişim nitelik standartlarını oluşturmaktadır. İç denetim faaliyetinin yönetimi, niteliği, görev planlaması, sonuçlarının raporlanması ve sonraki gelişmelerin izlenmesi ise performans standartlarıdır.

Yönetim kurulunun buradaki görev ve sorumluluğu ise kurumun yönetişim süreçlerini kurmak,  uygulamak, risk yönetimi ve kontrol sürecinin etkin olduğuna dair güvence elde etmektir.

İç denetimin görev ve sorumluluklarını belirlemek, bunlara ilişkin yönetmelikler ve iç yönergeler çıkarmak ve onaylamak yönetim kurulunca yapılmaktadır. Diğer taraftan iç kontrol sistemine ilişkin güvence elde etmek amacıyla iç kontrol sistemini izlemek ve denetlemek de üst yönetim açısından önemlidir.

İşletmelerin temel amaçlarından olan varlıkların korunması, operasyonel verimlilik ve etkinliğin sağlanması, bilgi güvenliğinin sağlanması, mevzuata uyumun sağlanması gibi amaçlara, etkin iç kontrol sistemiyle ulaşılması beklenir. Eğer işletme bu amaçlara ulaşmıyorsa üst yönetimin buna ilişkin gerekli tedbirleri alması ve talimatları oluşturması beklenmektedir.

Orta düzey yöneticilerin görev ve sorumlulukları ise kendi alan ve bölümlerinde kontrol süreçlerini incelemek, değerlendirmek ve buna ilişkin olarak üst yönetime raporlar sunmaktır. Öz değerlendirme sürecinde çalıştıkları ilgili alanda daha çok bilgi birikime sahip orta düzey yöneticilerin iç kontrol sistemine yapabilecekleri katkı oldukça önemli olmaktadır.

Yönetim gelişen risklere göre kurumsal hedef ve amaçları gözden geçirerek iç kontrol süreçlerinin bunlara uyarlanmasını sağlamalıdır. Denetim komitesine bağlı olarak iç denetçiler denetim programlarını buna göre yenilemeleri gerekmektedir. Denetim planı bu nedenle güncel olmalıdır. Yönetim kurulunun risk algılamasına bağlı olarak yenilenmesi ve onaya sunulması önemlidir.

İç denetim sürecinde kurumun kontrol sisteminin etkin ve verimliliği değerlendirilir. Bu incelemeler iç denetimin görevi, yönetimin kendi öz değerlendirmeleri ve dış denetçilerin çalışmalarından elde edilmektedir.

Güçsüzlük olduğu düşünülen konularda daha detaylı denetim planlanabilmektedir. En riskli görülen alanlardan başlanılması gerekecektir. Riskli alanların belirlenmesi aşamasında yine orta düzey yöneticilerin ilgili alanlardaki bilgi birikiminden faydalanmak mümkündür.

Kontrol Öz Değerlendirme Nedir?

 Kontrol Öz Değerlendirme Programı (Control Self Assessment)

Kurum yöneticilerinden, çalışanlarından ve iç denetçilerden oluşan bir grubun, kurumun risk yönetimi ve kontrol süreçlerinin yeterliliğini değerlendirdiği bir yöntemdir.

Kontrol sistemlerinin iç ve dış denetçiler tarafından değerlendirilmesiyle yetinmeyen işletmeler, ilgili personellerinin iştirakiyle oluşturdukları çalışma grupları aracılığıyla organizasyonun risk yönetimi ve kontrol süreçlerini öz değerlendirmeye tabi tutmaktadırlar.

Uluslararası İç Denetçiler Enstitüsü kontrol süreçlerini öz değerlendirmeyi “İç kontrolün etkinliğinin incelendiği ve değerlendirildiği bir süreçtir. Amacı gerçekleştirilmek istenen işletme hedeflerine makul güvence sağlamaktadır.” şeklinde tanımlamıştır.

Öz değerlendirme sürecinde kurum yönetimi ve her kademeden personelin katılımı beklenir ve genellikle bu süreç risk ve kontrol konularında yetkin iç denetçiler tarafından desteklenir. İç denetçiler öz değerlendirme uygulamalarına yönetici ve uygulayıcı olarak katılmazlar ancak, değerlendirme konusuna ilişkin risklerin belirlenmesinde risk yönetiminin temel kavramları ve risk değerlendirmesinin nasıl yapılması gerektiği konusunda ve uygulanan iç kontrol modellerinin iyi anlaşılması amacıyla eğitici bilgi verebilirler ve kontrol faaliyetlerinin planlanmasına yönelik önerilerde bulunurlar.


5 Ağustos 2021 Perşembe

Kurumsal Yönetişim Vekalet Sorunu

 

Vekalet sorunu; kısaca mülkiyet ve kontrolün birbirinden ayrılması olarak ifade edilmektedir. Modern şirketlerin gelişimi hissedarlık ve yöneticilik sorumluluklarının kesin çizgilerle ayrılmasına dayanmaktadır. Bu noktada vekalet ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Ekonominin büyümesi ve karmaşıklaşan ekonomik faaliyetler sermaye ihtiyacını artırmaktadır. Şirketlerin mülkiyeti daha çok kişiye yayılmakta ve karmaşık mülkiyet yapıları ortaya çıkmaktadır. Bu durumda hissedarlar mülkiyeti ellerinde bulundursalar da kontrolü vekalet ilişkisi kurdukları yöneticilere devretmektedir. Vekalet ilişkisi arzu, istek ve çıkarları farklı olan taraflar arasında işin ve görevlerin icra edilmesi sürecinde tarafların birbirlerini nasıl kontrol edeceğini, taraflar arasında ilişkilerin ve iletişimin en etkin nasıl sağlanacağını göstermektedir. Vekalet yaklaşımı ise amaçları ve çıkarları beklentileri farklı iki ve daha fazla kişinin birbirleri ile iş yapma, ilişkileri yürütme, işleri koordine etme durumlarında ortaya çıkan sorunları ve maliyetleri inceleyen bir yönetim yaklaşımı olarak ifade edilmektedir.

İşletmenin tek bir kişinin mülkiyetinde olması durumu genellikle aile işletmesi olarak tanımlanabilmektedir. Aile işletmesi kavramı aşağıdaki özellikleri içeren şirketler olarak ifade edilebilir. Bunlar, işletme sermayesinin çoğunluğunun belli bir aileye ait olması, işletmenin sahibi olan aile üyelerinin, yönetici ve diğer pozisyonlarda istihdam edilmesi, işletmenin bir aile üyesi veya üyeleri tarafından yönetilmesi şeklindeki özellikler olarak sayılabilmektedir. Aile işletmelerinin yönetsel açıdan gelişmemiş ve aile üyelerinin kayrılması nedeniyle diğer çalışanların motivasyonun düştüğü ve merkezi yönetim anlayışı nedeniyle değişime ayak uydurmanın zor olduğu şeklinde nitelikleri olduğu söylenebilir. Aile işletmelerinin belki de en güçlü yönleri arasında, hızlı karar verebilme ve büyüme yetenekleri sayılabilir. Paylaşılan ortak geçmiş ve karşılıklı güven, karar alma ve uygulamada süratli olmayı sağlayabilmektedir.

Aile işletmelerinde şirketin ailenin bir parçası olarak görülmesi, akrabaların genellikle işletmeye güçlü duygular beslemesi, aile üyelerinin diğer iş görenlere kıyasla daha üretken olmaları, sahip oldukları “aile dilinin” kendi aralarında daha etkili iletişim kurarak özel bilgileri büyük bir gizlilik içerisinde paylaşmalarını sağlaması, aile üyelerinin işletmeye ve birbirlerine karşı daha sadık, güvenilir tutum ve davranışlar sergilemesi ve aile işletmelerinin sadece kârlılığa değil, aynı zamanda ailenin uzun dönemli statüsünü korumaya odaklanmalarının, aile işletmelerinin nepotizme yönelmelerine böylece asıl ve vekil ilişkisinin ortaya çıkaracağı gerek vekâlet sorununu gerekse risk paylaşım sorununu ortadan kaldıracağı düşünülebilir.

Türkiye’de şirketlerin çoğunda hisselerin dağılımı sınırlı (genelde aile üyeleri arasında) ve halk açıklık oranları da düşüktür. Bu nedenle Türk şirketlerinde yönetici - hissedar çıkar çatışmasından ziyade daha çok hakim ortakların, azınlık pay sahiplerinin haklarını istismarı şeklinde bir vekalet sorunu ortaya çıkmaktadır.

Örneğin, yöneticiler; hisse senedi sahiplerinin ne kadar kâr payı alacaklarını, borç verenlere ne oranda ve hangi koşullarda faiz ödeneceğini, çalışanların ne kadar gelir elde edeceklerini, üretim miktarı ve istihdam düzeyinin ne olacağını, verdikleri kararlarla belirlemektedir. Hissedarlar da yöneticilerin bu kararlarında sadece kendi çıkarları yönünden bakmadan karar alabilmelerini beklemektedir. Söz konusu kararların optimum düzeyde verilebilmesi için; yöneticilerin aldıkları maaş ve maddi teşvik unsurlarına dikkat edilmesi, kendilerine tanınan imtiyazların korunup arttırılması ve belirsizlik ortamına karşı iş güvencesi sağlanması gerekmektedir. Aile şirketlerinde yöneticiler ve büyük oranlı hissedarlar aynı olduğundan, küçük oranlı hissedarların çıkarlarının korunması hususu vekalet ilişkisi yönüyle sorun oluşturmaktadır.

Günümüz şirketlerinde hissedarlık ve yöneticilik sorumlulukları kati sınırlarla ayrılmaktadır. Bu durum şirketlerde karmaşık mülkiyet yapıları ortaya çıkarmaktadır. Modern dünyada genellikle hissedarlar mülkiyeti ellerinde bulundurmalarına karşın kontrolü vekalet ilişkisi kurdukları yöneticilere devretmiştir. Mülkiyet ve kontrol ayrımının doğal sonucu olarak günümüzün modern şirketlerde, hissedarlar mülkiyet sahibi olmalarına rağmen şirkette yeterince kontrol sahibi olmamaktadır. Diğer taraftan yöneticiler de şirketlerde kontrol sahibi olmalarına karşın, şirketlerde mülkiyet sahibi değildir. Bu bağlamda ortaya vekalet ilişkisi kavramı ortaya çıkmaktadır. Özetle vekalet ilişkisi, pay sahiplerinin mülkiyet sahibi, şirket yöneticilerinin ise kontrol sahibi olması durumunda asillerin vekillere yetki devrini içeren bir sözleşme oluşturulması şeklinde vuku bulmaktadır. Vekalet teorisi de bu ilişkinin doğurduğu hissedarların yöneticileri kontrol etme ihtiyacı üzerine kurulmaktadır. Yöneticilerin insan doğasının bir sonucu olarak kendi çıkarları doğrultusunda hareket etme riski her zaman mevcuttur. Teoride iki temel problem ortaya çıkmaktadır. Bunlar çıkar çatışması ve bilgi asimetrisi sorunudur.

Bilgi asimetrisi, kısaca vekalet ilişkisinin olduğu durumda yöneticiler lehine bilgi asimetrisi oluşacağına dayanan bir görüştür. Bunun nedeni yöneticilerin şirket hakkında hissedarlardan daha fazla bilgiye sahip olmasıdır. Bilgi asimetrisinin ortaya çıkaracağı sorunları önlemek için maliyetli, zaman alıcı denetim komiteleri ve bağımsız yönetim kurulu üyelerini atamak gibi tedbirler alınabilmektedir. Çıkar çatışması ise yöneticilerin ve hissedarların farklı menfaatlere sahip olması durumuna bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Asiller ve vekillerin risk almaya karşı tutumları da çıkar çatışmasına neden olabilmektedir. Örneğin yöneticilerin genelde kısa dönemli kar artışına odaklandıkları bilinirken, hissedarlar uzun dönemde karlılığın sürdürülmesini arzulamaktadır. Şirketlerde yöneticilerin yıllık ücretlerinde kendilerini kayırmaları ve şirket imkanlarını kendi çıkarları için kullanmaları da çıkar çatışmasına örnek verilebilecek durumlardır.

Aile üyelerinin kendi bireysel çıkarlarını, ailenin çıkarlarını ve işletmenin çıkarlarını bir arada barındıran bu yapı bazen doğal olarak çıkar çatışmasını da beraberinde getirmektedir. Aile şirketlerinde gözlemlenen tipik vekalet sorunu, hissedar azınlığın istismarı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Dağınık mülkiyetin geçerli olduğu şirketlerde, yöneticiler ile hissedarlar arasında ortaya çıkan vekalet sorunu ise hissedarların mülkiyet sahibi olması ancak yeterince kontrol sahibi olmaması durumuna karşın yöneticilerin kontrol sahibi olması ancak mülkiyet sahibi olmaması durumu şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Örneğin, aile şirketlerinde mülkiyetin bir bölümünün devredilmesi hakim ortak ile dış ortaklar arasında çıkar çatışmasına yol açmaktadır. Doğacak gelirin ortaklar arasında paylaşılacak olması nedeniyle hakim ortağın finansal geri dönüşü olan faaliyetler için göstereceği çaba azalabilecektir. Ancak dış ortaklar ise dağıtılacak kar payı ve hisse değerleriyle ilgilenmektedir. Sonuç olarak fırsatçı yöneticilerin çıkarcı tutumları nedeniyle şirketin hisse değerlerinin uzun vadede değer kaybına uğrama olasılığı yüksektir.

Diğer yandan dağınık mülkiyetin geçerli olduğu şirketlerde hissedarların, yöneticilerin bilgi asimetrisine bağlı olarak çatışan çıkarları söz konusu olmaktadır. Bu durumda vekil-asil anlaşmazlığını uyumlu hale getirmek için kontrol denetim ve teşvik mekanizmaları kullanılmaktadır. Ortaklar sözleşme ile de yöneticiler için kısıtlayıcı ve hissedarlara zarar verecek faaliyetlerde bulunmayacakları ve bulunurlarsa zararların nasıl telafi edileceğini düzenleyebilmektedir.