25 Kasım 2012 Pazar

Phillips Eğrisi


London School of Economics’in öğretim üyelerinden A. William Phillips(1914-1975) İngiltere’de işsizlik oranı ile fiyat artışları arasındaki ilişkileri gözlemesi sonucunda “ekonomideki fiyat değişmeleri ile işsizlik arasında ters yönlü bir ilişki” olduğunu saptamıştır. 1958 yılında yayınladığı bir makalede bu alandaki bulgularını açıklamıştır. Bu nedenle ekonomideki beklenen enflasyon yani yıllık fiyat artış oranı ile işsizlik oranı arasındaki ters yönlü ilişkiyi ifade eden eğriye Phillips Eğrisi adı verilmektedir.

Özetle, Phillips eğrisine göre; ekonomideki yıllık fiyat değişmeleri ile işsizlik arasındaki bir değiş tokuş (ters yönlü ilişkiyi) vardır. Eğer bir ekonomide işsizlik azaltılmak isteniyorsa enflasyonun artmasının kaçınılmaz olduğu, enflasyonun düşmesi isteniyorsa bu defa işsizliğin artmasının kaçınılmaz olduğu ortaya konmuştur.



Şekil üzerinde göstermek gerekirse, işsizlik oranın U5 den U3 ye düşürülmesi durumunda enflasyon oranın P3 den P6 e yükselmesine katlanılması zorunludur. Phillips in gözlemsel bir eğri niteliğinde sunmuş olduğu ve teorik temelleri olmayan çalışmasını 1960 yılında teorik temellere oturtmuşlardır. Bu sayede Phillips eğrisi kalıcı olmuştur. 

Phillips Eğrisi, işsizliğin düşürülmesinin ancak fiyatların yükselmesi pahasına mümkün olacağı mesajını vermektedir. Nominal ücrete dayalı bir teorik modeldir. Emek arzının nominal ücretlerdeki artışa bağlı olarak artacağı varsayımına dayanmaktadır. 

Dolayısıyla bu kuram, ücretlilerin (çalışanların) fiyat yükselişlerini tahmin edemediklerini ve fiyatlar yükselirken reel ücretlerin düşeceği, aynı anda işverenlerin fiyat değişmelerini doğru tahmin ederek fiyatlarını artıracakları varsayımına dayanmaktadır. 


24 Kasım 2012 Cumartesi

Yaşam Boyu Gelir Hipotezi


Yaşam boyu gelir hipotezi, Modigliani tarafından ileri sürülmüştür. Bu hipoteze göre bireylerin tüketimleri, yaşam boyunca elde etmeyi düşündükleri gelirin fonksiyonudur.

Bu ifadenin daha net anlaşılması için açalım.

Bireyler tüketimlerin göre karar verirken, cari yani yaşadıkları dönemdeki kullanabilir gelirlerini değil, gelecek dönemlerde elde edecekleri gelirleri de hesaba katarlar. Bu nedenle bireylerin tüketimleri yaşam boyunca elde etmeyi düşündükleri gelirlerin fonksiyonu olmaktadır. Bireyin yaşamları, elde ettikleri ve elde edecekleri gelirler göz önüne alındığında, aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi, gençlik dönemi, orta yaş dönemi ve yaşlılık dönemleri olmak üzere 3 e ayrılabilir.



Gençlik döneminde iş hayatına yeni atılan bireylerin gelirleri azdır. Ancak gelecekte gelirlerinin yükseleceğini tahmin ediyorlarsa, gelirlerinden daha fazla tüketim yaparlar. Gelirlerinden fazla tüketim varsa bu fazla tüketim, tasarrufların çözümüyle sağlanır, tasarrufları yoksa borçlanma ile sağlanır. Bu nedenle bu dönemde kişinin tasarrufları sıfır ve hatta negatiftir.

Orta Yaş Döneminde, bireylerin gelirleri artar. Ancak artan gelirlerin tamamını harcamazlar. Bir kısmını tasarruf ederler. Tasarrufun nedeni, geçmişteki borçlarını ödemek için olduğu kadar, gelirlerin azalacağı yaşlılık dönemini rahat geçirme arzusudur. Bu dönem tasarrufları tüketimden fazla olmaktadır. 

İleri Yaş, Emeklilik Döneminde gelirler azalır. Bu dönemde kendilerine orta yaş döneminde yaptıkları tasarrufları yani birikimleri destek olur. Tekrar gelirlerinden fazla harcama söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak negatif tasarruf dönemi yeniden başlamıştır.


Sürekli Gelir Hipotezi


Friedman tarafından öne sürülmüş olan sürekli gelir hipotezine göre tüketim, kişilerin cari dönemde elde ettikleri harcanabilir gelirleri yanında aynı zamanda, ileri dönemde elde etmeyi bekledikleri gelirine de bağlıdır.

Friedman’a göre kişilerin tüketimleri, Keynes in öne sürdüğü gibi sadece cari gelirlerine (harcanabilir gelire) değil, gelecekteki gelirlerine bağlı olarak elde edilen bir ortalama gelire bağlıdır. Bu gelire sürekli gelir denilmektedir. Sürekli gelir kişinin planlanan dönem içerisinde kazanmaya devam edeceğini düşündüğü gelirlerin ağırlıklı ortalamasıdır.

Friedman’a göre kişiler için ölçülebilir gelir ve ölçülebilir tüketimi, sürekli gelirlerine (kişinin beklediği, elde edeceğini umduğu gelir) bağlıdır. Dolayısıyla kişiler, geçici olarak elde ettikleri gelire bakarak tüketimlerini değiştirmezler. Yani kişiler, cari gelirleri ile gelecekte elde edecekleri gelirleri veri iken, tüketimlerini “ömürlerinin kalan kısmında sürdürebilecekleri düzenli tüketim oranı”nı göz önüne alarak belirlerler. Bu nedenle bireylerin tüketimleri cari gelir düzeyindeki değişimlere (beklenmeyen, geçici gelire) bağlı olarak değişmez.


Bu düşüncenin doğal bir sonucu olarak, hükümetin maliye politikası aracı olarak vergilerin indirilmesi, bunu geçici bir gelir artışı olarak kabul edilmesi halinde, ekonomide beklendiği gibi tüketim harcamalarında artış ve sonuç olarak ekonomide istenilen talep artışı söz konusu olmayabilecektir. Görüldüğü gibi, Friedman’a göre bireylerin tüketimleri sürekli gelire bağlıdır.Marjinal tüketim eğilimini değiştiren faktör sürekli gelirdir ve sürekli gelirde cari gelir kadar değişken değildir.



21 Kasım 2012 Çarşamba

Paranın Miktar Teorisi


Miktar Teorisi olarak da bilinen söz konusu teori para arzı ile fiyatlar genel düzeyi arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır. Miktar teorisini açıklayan ekonomistlerin görüşleri arasında bazı farklar mevcuttur. En gelişmiş şekliyle Neo-Klasikler tarafından savunulan miktar teorisi, mübadele yaklaşımı ve para tutumu yaklaşımı olmak üzere iki şekilde açıklanmıştır.

Miktar Teorisi ve Fisher Denklemi (Mübadele Yaklaşımı)
Amerikalı iktisatçı I. Fisher (1867-1947) tarafından 1911 yılında esasları belirtilen bu teoriye göre, bir ekonomide para miktarında meydana gelecek olan artma ya da azalmalar, aynı yönde ve aynı oranda ekonomideki fiyatlar genel düzeyine yansıyacaktır.

I.Fisher, miktar teorisini mübadele denklemi adını verdiği denklem ile açıklamaktadır. Bu denklem daha sonra kendi adıyla Fisher Denklemi olarak isimlendirilmiştir.

M.V=P.T

M, ekonomideki para arzını (dolanımdaki para miktarı)
V, paranın tedavül (dolanım) hızını, yani ekonomideki para miktarının bir dönemde kaç kere el değiştirdiğini,
P, ödemelere konu olan işlemlerin ortalama fiyatı (fiyatlar genel düzeyi)
T, işlem hacmini (paranın aracılık ettiği işleme konu olan mal ve hizmet miktarı) ifade etmektedir.

Bu denklemin sağ tarafı, ekonomide belirli bir dönemde (genelde 1 yıl) el değiştiren, mal ve hizmet miktarı ile bu işlemlerin ortalama fiyatının çarpımını ifade etmektedir. P.T

Bu denklemin sol tarafı ise, ekonomide dolaşımdaki para miktarı ile paranın el değiştirme hızının çarpımını (M.V) ifade etmektedir.

Doğal olarak, ekonomideki işlem hacminin parasal değeri (MV), bu işlemler esnasında yapılan ödemeler toplamına (PT) eşit olmaktadır. Bu nedenle, mübadele denklemi, basit bir gerçeğin ifadesi olmaktadır.

Fisher’a göre, V yani paranın dolanım hızı;
-ücretlilere yapılan ödemelerin sıklık derecesine (aylık ya da haftalık)
-bankaların ve diğer finans kurumlarının para tutma zorunluluğuna,
-kişilerin fiyatlar genel düzeyi ile ilgili beklentilerine
-halkın tüketim eğilimine bağlı olmaktadır

Kısa dönemde V sabit kabul edilebilmektedir.

T ise, yani bir ekonomide belirli bir dönemde alınıp satılan mal ve hizmet miktarı (işlem hacmi) ekonominin tam istihdamda olduğu varsayıldığından, sabit kabul edilebilir. T’nin değişmesi, ancak ekonominin üretim kapasitesinin arttırılmasına ve yeni teknolojilerin geliştirilmesine bağlıdır. Bunların kısa dönemde değişmesi mümkün değildir.

Bir ekonomide kısa dönemde, mübadele denklemindeki V ve T sabit olduğuna göre, denklemin sol yanındaki para miktarı M değiştiğinde, denklemin sağ tarafındaki fiyatlar genel düzeyi (P) para miktarıyla aynı yönde ve oranda artacaktır.


Miktar Teorisi ve Cambridge Denklemi (Para Tutumu Yaklaşımı)
Fisher, paranın değerini, para arzını ön plana koyarak açıklıyordu. Başta A. Marshall ve A.C. Pigou olmak üzere bir grup Cambridge Üniversitesi profesörlerinin, para değerinin belirlenmesinde para talebini öne çıkaran bir açıklama geliştirdikleri yeni bir denklem meydana gelmiştir.

M=k.P.Y

Cambridge denklemi olarak ifade edilen bu sembollerin anlamı şöyledir;

M, ekonomideki her türlü para arzını,
Y, reel milli geliri,
K, karar birimlerinin yanlarında bulundurmak istedikleri para miktarının nominal milli gelir içindeki payı (nominal milli hasıla iççin ne kadar para talebi olduğu)
P, fiyatlar genel düzeyi

Özetle,
Denklemin sol tarafı, ekonomideki para arzını (M)
Denklemin sağ tarafı ise, para talebini ifade etmektedir. k.P.Y ifadesini P ve k.Y olarak ayırmak mümkündür.

(k.Y) reel milli gelir (Y) ile nominal milli geliri gerçekleştirmek için elde tutulmak istenen paranın nominal milli gelire oranının (k) çarpımı, yani reel para talebini vermektedir. Bu çarpım bize nominal para talebini vermektedir.

Söz konusu denklemde P yi fiyatlar genel düzeyini yalnız bırakırsak,
P = M / k.Y elde edilir. k.Y nin kısa dönemde değişmediği düşünülürse, para arzındaki (M) artış, fiyatlar genel düzeyini aynı oranda ve yönde değiştirecektir. Görüldüğü gibi iki ayrı teoride aynı sonuca varmaktadır.

Daha anlaşılır olmak maksadıyla (k) nın neyi ifade ettiğini ve kY nin kısa dönemde neden sabit kabul edileceğini açıklamaya çalışalım.

k, reel milli geliri(Y) gerçekleştirebilmek için elde tutulmak istenen para miktarının nominal milli gelire oranı olmaktadır. Örneğin, bir yılda gerçekleştirilmek istenen milli gelir 100 birim ise, karar birimleri bu geliri elde ederken ellerinde ortalama olarak 25 birim para tutmak istiyorlarsa, k=25/100 = ¼ olmaktadır.

Bu durum söz konusu ekonomide paranın dört defa el değiştirdiğini ifade etmektedir. k nin V nin tersi olduğu bu açıklama ile ortaya çıkmaktadır.  

K= 1 / V

k, halkın alışkanlarına ve psikolojik koşullara bağlı olduğundan, kısa dönemde sabit kabul edilebilmektedir. Neo-Klasikler ekonominin daima istihdamda olduğunu varsaydıklarına göre, Y’de kısa dönemde sabit kabul edilebilir. O halde kY yi, yani reel para talebini kısa dönemde sabit kabul edebiliriz.

Bu iki yaklaşım arasındaki temel farklar;

Birinci Fark, Fisher denkleminde belirli bir dönemde alınıp satılan mal miktarı (işlem hacmi T) yer alırken, Cambridge denkleminde reel milli gelire (Y) yer verilmiştir.

İkinci Fark ise, Fisher denkleminde para arzı ön plana çıkarılırken, Cambridge denkleminde para talebi (elde para tutma)ön plana çıkartılmıştır. Fisher yaklaşımında “elde para tutma mecburiyetine yer verilirken, Cambridge yaklaşımında “elde para tutma arzusu”na yer verilmiştir.

Zira, Fisher için para değişim aracı olarak nitelendirilirken, Cambridge için değişim aracından öte servet unsuru olmaktadır.

Karar birimlerinin, ne kadar parayı ellerinde tutmak istedikleri ön plandadır. Bu nedenle bu yaklaşıma para tutumu yaklaşımı da denilmektedir. (Cambridge) Paranın muamelat ve ihtiyat güdüleri ile elde tutulduğu kabul edilmektedir.

Diğer taraftan miktar teorisini ortaya atan Neo-Klasik yaklaşımlardan hem Fisher, hem Cambridge yaklaşımında paranın dolanım hızının kısa dönemde sabit olduğu söylenebilir.

Fakat, bu iki denklemde paranın dolanım hızı açısından iki fark söz konusudur.

Birincisi, Cambridge denkleminde, faiz oranı bir değişken olarak yer almamasına rağmen, faiz oranı değişmelerinde k’de görülecek dalgalanmalar söz konusu olacaktır.

İkincisi, Fisher yaklaşımında, denklemin sağ tarafında ekonomideki işlemler hacmi (T) yer alırken, Cambridge yaklaşımında ulusal gelir (Y) yer almaktadır. Bu nedenle Fisher yaklaşımında “paranın işlem dolaşım hızı” söz konusu edilirken, Cambridge yaklaşımında  “paranın gelir dolaşım hızı” söz konusudur.

Özetle, paranın dolaşım hızı, klasik miktar teorisinin hem mübadele yaklaşımında (Fisher Denklemi), hem de para tutumu yaklaşımında (Cambridge denklemi) sabittir.

19 Kasım 2012 Pazartesi

Para İkamesi


Bir ülkede ulusal paranın, yaşanan yüksek enflasyonla birlikte sürekli değer kaybına uğraması neticesinde ulusal paraya olan güven sarsılacaktır. Ulusal paranın mübadele ve tasarruf aracı olma fonksiyonlarını hakkıyla yerine getirememesi sonucunda ülke vatandaşları daha güvenilir buldukları yabancı paraları talep etmeyebaşlarlar. 

Dolayısıyla, insanların kendi ekonomilerine güvenmedikleri için kendi paralarından kaçıp hem günlük alışverişlerini yabancı parayla yapmaları hem de tasarruflarını yabancı para olarak muhafaza etmeleri söz konusu olmaktadır. Bu şekilde yabancı paraların ülke parasının yerini almasınapara ikamesi ya da ülke parası yerine genellikle dolar geçtiğinden, para ikamesine kısaca "dolarizasyon" denilmektedir.


Dışsal Ekonomiler


Bir firmanın üretim maliyeti, aynı zamanda faaliyette bulunduğu endüstrinin büyümesi kalabalıklaşması sonucu ortaya çıkan avantaj ve dezavantajlara bağlı olarak, yükselebildiği gibi, düşmesi de mümkündür.

İşte firmanın maliyetlerini etkileyen, fakat firmanın faaliyetleri dışında, içinde bulunduğu endüstriden sağladığı kazanç ve kayıplara, dışsal ekonomiler ve negatif dışsal ekonomiler denilmektedir.

Ödenmeyen üretim faktörü olarak da ifade edilen ve firmanın karşılığında bir şey vermeden sağladığı faydayı ifade eden pozitif dışsal ekonomilerin başlıcaları olarak, daha ucuz yarı işlenmiş mamul ve kalifiye eleman temini ile satın alınan hizmetlerden ve alt-yapı tesislerinden sağlanan avantajlar sayılabilir.

Bir endüstrinin aşırı derecede kalabalıklaşması, bazen maliyetleri yükselten bir takım olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Negatifdışsal ekonomiler dediğimiz bu kayıplar genellikle, endüstri kalabalıklaştıkça sayısı artan firmaların birbirlerine verdikleri zararlardan kaynaklanmaktadır.

Sonuç olarak, dışsal ekonomi (eğer pozitif dışsal ekonomi kastediliyorsa) bir üreticinin karşılığında hiçbir şey vermeden sektördeki diğer üreticilerden sağladığı fayda veya avantajlar olarak ifade edilebilir.


18 Kasım 2012 Pazar

Marjinal Fayda Toplam Fayda


Bir tüketicinin belirli bir dönemde (bir saat, bir gün, bir hafta, bir yıl) belirli bir maldan tükettiği miktar arttığında her ilave birimin toplam faydada yaptığı değişiklik olan marjinal fayda giderek azalmaktadır.

Marjinal Faydanın bu azalış seyri tüketilen her mal ve her tüketici için, her yerde geçerlidir.

Gossen Kanunu olarak da bilinen bu olayın evrensel olduğunu belirtmek için azalan marjinal fayda kanunu denilmektedir.

Azalan Marjinal fayda kuralının geçerli olduğu bir durumda, bir mal ya da hizmet, ilk biriminden itibaren tüketilmeye başlandığında toplam fayda azalan bir hızla artarken, marjinal fayda, ilk birimden itibaren azalmaktadır. Marjinal fayda ile toplam fayda arasındaki ilişkileri aşağıda şekil üzerinde inceleyebiliriz.




MU (marjinal fayda) TU ya (toplam fayda) yön vermektedir.
Sonuç olarak,
TU artarken, MU daima pozitif olmaktadır.
TU azalırken ise, MU negatif değerler almaktadır.
TU maksimum iken, MU sıfır olmaktadır.

Marjinal ve Toplam Tüketici Rantı


Marjinal tüketici rantı, tüketicinin bir maldan ilave bir birim daha satın almak için ödemeye razı olduğu en yüksek fiyatla, normalde ödediği fiyat arasındaki farktır.

Örneğin; tüketici A, ilave bir fincan kahveye en fazla 20 TL ödemeye razıiken, söz konusu kahveyi 5 TL den alabiliyorsa, satın aldığı kahvenin son fincanından 15 TL tüketici rantı elde etmiş olmaktadır.

O halde marjinal tüketici rantı, tüketicinin bir mala ödemeye razı olacağı en yüksek fiyat anlamına gelen söz konusu malın marjinal faydası ile malı alabileceği fiyat arasındaki farka marjinal tüketici rantı denilmektedir.

Toplam tüketici rantı ise, tüketicinin bir maldan belirli bir miktar satın alması halinde elde ettiği marjinal tüketici rantlarının toplamına eşittir. Yani, toplam tüketici rantı belirli miktar (1 birim veya daha fazla) satın alınması halinde elde edilen toplam fayda ile malı satın almak için yapılan harcama miktarı arasındaki fark demektir.

Tüketici bir maldan toplam tüketici rantını maksimum yapan miktar kadar satın almaktadır.

Tüketici bir maldan tüketici rantı elde edebildiği sürece satın alım yapacaktır. Ancak doğal olarak bir maldan satın alınan miktar arttıkça, o malın marjinal faydası azalacak, ve marjinal tüketici rantı da azalacaktır.

Tüketici bir maldan o mala ödemeye razı olduğu en yüksek fiyat ile o malı satın alabileceği fiyat eşit oluncaya kadar satın alım yapacaktır. Fiyat bu düzeye geldiğinde marjinal tüketici rantı sıfır olurken, toplam tüketici rantı da maksimum düzeye çıkmaktadır.

Şimdi fiyatı bilinen bir maldan tüketicinin ne kadar satın alacağını, bir şekil yardımıyla açıklamaya çalışmamız daha uygun olacaktır.



Yukarıdaki şekilde azalan bir seyir gösteren marjinal fayda eğrisi (MU) tüketicinin bir maldan sahip olduğu miktarla birlikte, o maldan elde ettiği marjinal faydanın azaldığını göstermektedir. (bir kişi ikinci bardak su içerken aldığı haz ile susuzluğunu gidermek için içtiği ilk bardak su arasındaki farktan bunu anlayabiliriz.)

Söz konusu malın kahve olduğunu düşünürsek, tüketici ilk satın aldığı ve tükettiği 1 fincan kahvedenP0 kadar haz duymaktadır. P1 kadar marjinal fayda elde etmektedir. P1 fiyatını ödemeye razıdır. Ancak kahvenin fincan fiyatı P3 ise, tüketici P3 fiyatından satın aldığı kahvenin son fincanından P1-P3 kadar marjinal tüketici rantı elde etmektedir. Bu durumda tüketici, söz konusu mala ödemeye razı olduğu en yüksek fiyat olan P1, satın aldığı fiyattan yüksek olduğundan daha fazla mal almaya istekli olacaktır.

Tüketici ikinci fincan kahve satın aldığında, elde ettiği marjinal fayda OP2 düzeyine düşmektedir. Tüketici bu miktar mal için P2 kadar bir fiyat ödemeye razıyken, söz konusu malı yine P3 fiyatından satın aldığında içtiği ikinci kahveden P2-P3 kadar bir marjinal tüketici rantı elde edecektir. Bir maldan ne kadar satın alacağına karar verirken, toplam tüketici rantını en yüksek düzeye çıkarmaya yönelen tüketici, ikinci kahveyi içtiğinde, toplam tüketici rantı henüz en yüksek düzeye erişmediği için satın aldığı miktarı yine arttıracaktır.

Tüketici üçüncü fincan kahveyi içtiğinde, söz konusu üçüncü fincan için ödemeye razı olduğu fiyat, o kahveye ödeyeceği fiyata eşit olmaktadır. (P3) Bu durumda marjinal tüketici rantı SIFIR (0) ve toplam tüketici rantı da maksimum olmaktadır.

Bu noktadan sonra kişinin içeceği yeni kahveye vermeye razı olduğu fiyat, mevcut fiyattan az olduğu için kişi artık kahve içmeyecektir.

Toplam Tüketici Rantı Hesaplanması

Şekil Yardımıyla;
Toplam tüketici rantı, her ilave satın alınan birimlerden elde edilen marjinal tüketici rantlarının toplamına eşit olmaktadır.

Şekilde tüketici 3 fincan kahve satın alması halinde, satın aldığı ilave fincan kahveler karşılığında elde ettiği marjinal faydaların toplamı P0CNO alanı kadardır.

Bu alan P0CNO aynı zamanda, tüketicinin her fincan kahveyi ödemeye razı olduğu en yüksek fiyattan satın alması halinde üç fincan kahve için ödemeye razı olacağı toplam para miktarı demektir.

Tüketici tüm kahveler için P3 fiyatından ödeme yapmış olduğu için P3CNO alanı kadar bir ödeme yapmaktadır.

Doğal olarak tüketici rantı söz konusu alanların birbirinden çıkartılmasıyla bulunacaktır. (P0CNO - P3CNO) Bu rant kısaca P0P3Cşeklinin alanı (gri alan) kadar olmaktadır.




Marjinal Fayda Eğrisinden Ferdi Talep Eğrisine
Bir tüketicinin herhangi bir maldan, o malın fiyatı dışındaki faktörler sabitken, çeşitli fiyatlardan satın almak istediği miktarları veren ferdi talep eğrisi söz konusu tüketici için, o malın marjinal fayda eğrisine özdeştir.

Bunun nedenlerini sıralayalım.

-Bir fincan kahvenin fiyatı P0 düzeyindeyken, tüketici söz konusu maldan almak istemez.
-Bir fincan kahvenin fiyatı P1 düzeyine gelince, tüketici bir fincan kahveiçecektir.
-Bir fincan kahvenin fiyatı P2 düzeyine gelince ise, tüketici iki fincan kahve içecektir.
-Malın fiyatı P3seviyesine inince, bu kez tüketici üç fincan kahve içecektir.

Tüketicinin çeşitli fiyatlardan satın almak istedikleri mal miktarlarını veren A, B, C ve benzeri noktalar birleştirildiğinde, tüketicinin çeşitli fiyatlardan satın almak istediği mal miktarlarının ne olduğunu veren ferdi talep eğrisi elde edilmektedir.
Bu talep eğrisi aynı zamanda, marjinal fayda eğrisine özdeştir.


14 Kasım 2012 Çarşamba

Kesin Hesap Kanunu


TBMM’nin bütçenin uygulanışı üzerindeki denetimi, kesin hesap kanun tasarısını kabul etmek suretiyle olmaktadır. Bunlar Sayıştay’ın hazırladığı genel uygunluk bildirimlerini dayanılarak gerçekleşmektedir.

Kesin hesap kanun tasarıları kanunda daha kısa bir süre olması kabul edilmemişse, ilgili oldukları mali yılın sonundan başlayarak en geç 7 ay sonraBakanlar Kurulu tarafından TBMM ye sunulmaktadır. Bir örneği Sayıştay’a gönderilir. Sayıştay en geç 75 gün içerisinde genel uygunluk bildirimini TBMM ye sunacaktır.

Kesin Hesap Kanuntasarılarıyla yeni yıl bütçe tasarıları mecliste birlikte görüşülerek karar bağlanır.

TBMM, kesin hesap kanun tasarılarını görüşüp, kabul etmekle hükümetin bir önceki yıl bütçesini ibra etmiş (aklamış) olmaktadır.

Bütçe Kanunu


Bakanlar Kurulu, bütçe tasarılarını mali yılbaşından (1 OCAK) en az 75 gün önce, TBMM ye sunmaktadır.

Bütçe tasarıları ve rapor, Bütçe Komisyonu’nda incelenir.
*Bütçe Komisyonu 40 kişiden oluşmaktadır. Bu üyelerden en az 25 tanesi iktidar partisinden oluşmak zorundadır.

Bütçe Komisyonu’nun 55 gün içinde kabul edeceği metin TBMM’de görüşülür. Mali yılbaşına kadar karara bağlanır.

TBMM üyeleri, bütçe kanun tasarıları genel kurulda görüşülürken “gider artırıcı ve gelir azaltıcı” önerilerde bulunamazlar.

Bakanlar Kurulu’na KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile bütçede değişiklik yapma yetkisi verilemez.

Cumhurbaşkanı TBMM tarafından kabul edilen bütçe kanununu veto edemez. Ancak Anayasa mahkemesinden iptali hakkında dava açılmasını talep edebilir.

Geçici olarak 1 yıllığına çıkarılan tek kanun Bütçe Kanunu’dur.

Dış Ticaret Türleri


Normal Ticaret
Serbest döviz ile yapılan, mevzuat ile özel bir ayrıcalık tanınmayan ticarettir.

Bağlı Ticaret
İki ülke arasında yapılan ticari sözleşme gereğince ihracatçı ülkenin ithalatçı ülkeden ihracat bedeli için döviz dışında bir işlem talep etmesi şeklinde yapılan ticarettir.

Karşı Satınalım
Bu yolla ticarette, özel bir firmanın yabancı bir devlete mal satması ve belli bir süre sonra da o ülkeden mal satın alması söz konusu olmaktadır.
Geri Satınalım
Teknolojisi gelişmiş bir ülkenin özel firması, az gelişmiş bir ülkeye makine donatım, üretim teknolojisi veya anahtar teslim fabrika satmaktadır. Bu fabrikada üretilecek malların bir bölümünü geri satın alma taahhüdünde bulunur. Rusya’nın ülkemizde kurduğu İskenderun Demir Çelik Fabrikaları bu modele bir örnektir. Gelişmiş ülkelere hammadde sağlamanın bir yoludur.
Dengeleme Anlaşmaları
Serbest dövizle bir ilk satış işleminden sonra, ikinci aşamada satıcı ülkenin, alıcı ülke üzerindeki bu döviz baskısını hafifletmek için ona döviz kazandırıcı veya döviz tasarrufu sağlayıcı hizmetlerde bulunması söz konusu olmaktadır. Türkiye’nin Boeing firmasından uçak alımında söz konusu firmanın tercih edilmesi bu konuda dengeleme kolaylığı sağlayacağı taahhüdüne bağlı olarak gerçekleşmiştir.

Sınır Ticareti
Komşu iki ülke arasında özel anlaşmalara dayanan ve her iki ülkenin sınır ve kıyı bölgelerine yakın yerleşim yerlerini kapsayan ticarettir. Bu kapsamda ülkemizde Sınır Ticaret Merkezleri kurulmuştur. Buralarda yapılan ihracatta aşağıdaki esaslar uygulanmaktadır.

-Gümrük işlemlerinin yürütülmesi bağlamında Türkiye Cumhuriyeti gümrük bölgesi dışında kabul edilir.
-Söz konusu merkezlere yapılacak ihracat, ihracat mevzuatı kapsamında değerlendirilir.
-Söz konusu komşu ülkelere eşya göndermeye işletici ve mağazalar yetkilidir.

Gümrük Beyannamesi


Gümrük Beyannamesi, gümrüğe gelen malların muayenesinin yapılabilmesi için ihracatçı veya ithalatçı firma ya da gümrük komisyoncusu tarafından, gümrük idaresine verilmek üzere hazırlanıp düzenlenmiş standart bir belgedir.

Gümrük Beyannamesi toplam 8 nüshadan oluşmaktadır. İlk 5 nüshası ihracatta düzenlenir.
Bir nüsha gümrük idaresinde kalır
Bir nüsha ihracatçı firmayaverilir
Diğer nüshalar ise ilgili aracı bankaya, ihracatçı birliklerine ve Devlet İstatistik Enstitüsüne verilir.
6, 7 ve 8 inci nüshalar ise ithalatiçin düzenlenmektedir. 8 nolu nüsha ithalatçıya verilir.



Gümrük beyannamesi ithalat ve ihracat için taşıdığı farklı özellikler nedeniyle ayrı ayrı incelenmelidir. Bu yazımızda sadece İhracat Gümrük Beyannamesini inceleyeceğiz.

-         İhracat gümrük beyannamesi

İhracat Gümrük Beyannamesi
Yurt içi ihracatçı firma tarafından yurtdışına ihraç edilmek üzere gümrüğe getirilen malların muayenesi için düzenlenen bir belgedir. Gümrük beyannamelerinin ilk 5 nüshası ihracat işleminde kullanılmaktadır.

1nolu nüsha
Kırmızı renkte standart olarak düzenlenir. Gümrük idaresinde kalır, ihracat ve transit işlemlerinde kullanılır.
2nolu nüsha
Yeşil renkte standart olarak düzenlenir. Gümrükler Genel Müdürlüğü genel işlem merkezine ve Devlet İstatistik Enstitüsüne gönderilir.
3nolu nüsha
Sarı renkte standart olarak düzenlenir. İhracatçı firmada kalan nüshadır. İhracatçı firma, kambiyo işlemleri için bankaya, KDV beyannamesi için vergi dairesine ve diğer ilgili kurumlara ihracat ile ilgili bilgilendirme işlemlerinde bu nüshayı kullanır.
4nolu nüsha
Mavi renkte standart olarak düzenlenir. Transit rejiminde kullanılır. Varış gümrüğünde kalır. 5nolu nüshanın teyidi için çıkış gümrüğüne gönderilir.
5nolu nüsha
Mavi renkte standart olarak düzenlenir. Transit rejiminde kullanılır. Çıkış gümrüğünde kalır.

örnek gümrük beyannamesi - ihracatçı nüshası - boş nüsha

İhracat Beyannamesi Özellikleri
A-    Yurt içi ihracatçı firmanın adı, unvanı ve adresi
B-    Yurt dışı ithalatçı firmanın adı, unvanı ve adresi
C-    Gümrük idaresi adı veya beyan şekli
D-    İhracat gümrük beyannamesi tescil tarihi
E-    Döviz kuru ve döviz olarak tutarı
F-     Meslek mensubu (SM, SMMM veya YMM bilgisi)
G-    Ödeme şekli, banka bilgileri ve hesap numaraları
H-   İhracata konu olan malın cinsi ve özellikleri
I-      Yükleme, boşaltma yerleri ve teslim şekli
J-     Beyannameyi düzenleyen firma yetkilisinin veya gümrük müşavirinin (komisyoncusunun) imzası veya düzenleme tarihi
K-    Fiili ihracat tarihi, mühür ve gümrük idaresi yetkilisi imzası yer alır. (İhracat gümrük beyannamesinde, Fiili İhraç tarihinde malın yurt dışı edilmiş olması katma değer vergisinin (KDV) iade hakkı için önem taşır)
L-     İhracat muhasebe kaydı için, katma değer vergisi mahsup, tecil, terkin ve iade talepleri için ihracat gümrük beyannamesi, döviz kuru, döviz miktarı ve fiili ihraç tarihi beyanı gereklidir.



Büyük Taarruz


26 Ağustos – 18 Eylül 1922
Sakarya zaferinden sonra yapılan müzakerelerde barışçı yollardan kurtuluşu sağlamanın mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle TBMM tüm imkânları seferber ederek düşmana son darbeyi indirmekistemiştir. Bu hazırlık süreci yaklaşık 1 yıl sürmüştür.

30 Ağustos’ta Dumlupınar Meydan Savaşı (Başkomutanlık Meydan Savaşı) ile yunan kuvvetlerinin büyük bir kısmı imha edilmiştir. Bu savaş sonra meşhur, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri” emrini M. Kemal Paşa vermiştir.

1 Eylül, Uşak ve Kütahya, 2 Eylül Eskişehir, 7 Eylül Aydın, 9 Eylül İzmir, 10 Eylül Bursa, 18 Eylül Bandırma alınarak Batı Anadolu düşmandan temizlenmiştir. Ancak Doğu Trakya ve İstanbul halen işgal altındaydı.

Fakat tüm bunlardan sonra İngilizler ateşkes istemişler. M. Kemal Paşa da Meriç Nehrine kadar Trakya toprakları TBMM ye bırakılması koşulu ile ateşkes görüşmelerine başlamayı kabul edeceklerini belirtmiştir.


Sakarya Savaşı


23 Ağustos – 13 Eylül 1921
Kütahya Eskişehir savaşını kazanan Yunanlılar İngilizlerin de yardımıyla ile Ankara’yı alarak TBMM ye son darbeyi indirmek istiyorlardı. M. Kemal Paşa’nın belirlediği “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” taktiğiyle savunma savaşı yapmıştır.

Savaş 22 gün 22 gece durmadan sürmüştür. Sakarya nehrinin doğusu tamamen yunan ordusundan kurtarılmıştır.

II. Viyana kuşatmasından beri süren geri çekilme bu savaş ile son bulmuştur.
M. Kemal Paşa, gazilik ve mareşallik rütbesi almıştır.
Yunanlıların taarruz gücü kırılmış ve savunmaya geçmişlerdir.
İtilaf Devletleri ateşkes talebinde bulunmuş, TBMM kabul etmemiştir.
Ukrayna ile dostluk kardeşlik antlaşması imzalanmıştır.
Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması imzalanmıştır.
İtalya Anadolu’yu tamamen boşaltmıştır.
Fransa ile Ankara Antlaşması imzalanmıştır.