24 Ağustos 2011 Çarşamba

1973 Sonrası Türkiye'deki Kur Politikaları

Uluslararası parasal ilişkilerin geçmişini ve bugünkü durumunu irdelediğimiz yazılardan sonra, bu yazımızda Türkiye’deki uygulamalara bir göz atabiliriz.



Türkiye, Bretton Woods toplantılarına katılmış ve bu sistemi onaylamış bir ülkedir. Bununla birlikte, 1930 lardan beri uygulanan yoğun kambiyo denetimi, bu sistemin çoğu yönlerini Türkiye açısından uygulanamaz kılmıştır.



Örneğin; ülkemizde yasal bir döviz piyasası yoktu, ulusal para konvertibil değildi ve parite kurları Merkez Bankası’nın piyasa müdahaleleri ile değil, yasa ve yönetmelik zoru ile sürdürülmeye çalışılıyordu.



Bretton Woods un yıkılışı sonrası, TL devalüe edilerek yeniden dolara bağlanmıştır. Fakat, bu eskisinden daha esnek bir uygulama ortaya çıkarmıştır. Çünkü, her üç veya dört ayda bir TL nin dolar kurunda ayarlama yapılıyordu. Bu “mini devalüasyonlar” modeli adı verilen uygulama 1974 ten 1981 yılına kadar sürdürülmüştür.



24 Ocak 1980 Kararları ile Türkiye’de liberal bir dış ticaret rejimine geçilmiştir. Böyle bir uygulama, kambiyo rejiminde de serbestleştirmeyi getirmekteydi. Böylece 1 Mayıs 1981’de yeni bir uygulama başlatılmıştır. Bu uygulamayla, Merkez Bankası dolar ile birlikte, alım satım konusu olan tüm dövizlerin fiyatlarını her gün yeniden belirleyip yayınlamaktaydı. Bu “günlük kur ayarlamaları”nın amacı TL nin gerçek değerini bulmasına yardımcı olmaktı.



Kambiyo rejiminin liberalleştirilmesi yolundaki asıl önemli adımlardan birisi Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu hakkında 1984 tarih ve 30 sayılı Kararla atılmıştır. Bu Karar ile birlikte, örneğin, Türkiye’de “yerleşik” kişilerin yanlarında döviz bulundurmaları, aralarında her türlü dövizi alıp satmaları, bankalarda döviz cinsinden hesap açtırmaları (döviz tevdiat hesabı) serbest bırakılıyordu. Bu doğrultuda yeni bir gelişme ise 1987 yılından itibaren banka dışında bazı kuruluşlara (yetkili döviz müesseseleri, döviz büroları) döviz alım satım işlemi yetkisinin tanınmasıdır.



Sözü edilen gelişmeler sonrası, Türk Hükümeti 22 Mart 1990 tarihinde IMF ye başvurarak bu kuruluşun sözleşmesindeki Madde VIII statüsüne geçtiğini bildirmiştir. Bunun anlamı TL nin konvertibil bir para olarak tescil edilmesidir.



1989 yılının başlarında Merkez Bankası’nın bünyesinde bir döviz karşılığı altın piyasası kurulmuştu. Bunun için Merkez Bankası ihtiyaç duyulan altını konsinye olarak ithal edip ilgililere satmaktaydı. Bununla kaçak ithal edilen altının resmi kanallara yöneltilmesi planlanıyordu. Bunu 1995 te altın borsasının resmi olarak kurulması izlemiştir. Böylece altının ithal ve ihracı serbestleştirilerek Merkez Bankası tekeli ortadan kaldırılmıştır.



Türk Lirası konvertibil bir para olarak IMF ye tescil ettirildikten sonra uygulanan kur politikaları temel olarak dalgalı kur sistemine dayanmaktaydı. Artık kurlar piyasalardaki arz ve talebe bağlı olarak serbestçe değişebiliyordu. Ancak Merkez Bankası zaman zaman piyasaya müdahale ederek kurlardaki aşırı ve spekülatif değişmeleri önlemeye çalışmaktaydı. Bu nedenle gerçekte uygulanan sistem bir yönetimli dalgalanma olarak ifade edilmektedir.



Diğer yandan, özellikle 1990 ların başında Merkez Bankası nın yaptığı aşırı müdahaleler neticesinde döviz kurları denge değerlerinin altında tutulmuştu. Diğer bir ifadeyle, ulusal para aşırı değerlenmiş duruma gelmişti. Düşük kur ve yüksek faiz politikası ile Hükümet, 4 Nisan 1994 Ekonomik İstikrar Önlemleri paketini uygulamak zorunda kalmıştır. Bu önlemeler temel olarak toplam harcamaların kısılmasına ve TL nin devalüe edilmesine dayanmaktaydı.



4 Nisan Kararlarına rağmen özellikle kamu finansman açıklarını giderme ve enflasyonu düşürme konularında ciddi bir sonuç alınamamıştır. Hükümet, bütçe açıklarını finanse etmek için giderek artan ölçüde hazine bonosu ihraç ederek, iç borçlanma yoluna gitmiştir. Artan iç borçlanma ancak yüksek faizle sürdürülebilir olmakta ve bu da bütçe üzerindeki yükü daha fazla arttırmaktaydı. İzlenen yüksek faiz politikası aynı zamanda ülkeye yabancı sermaye girişlerini de teşvik edici bir etki ortaya çıkarmaktaydı.



199 yılının sonlarında Hükümet yüksek enflasyonu kontrol altına almak için IMF ile yeni bir destekleme (stand-by) anlaşması imzalamıştır. Kur politikası açısından bu anlaşma bir tür para kurulu (currency board) düzenlemesine dayanmaktaydı, ayrıca sabit kur (exchange anchor) uygulamasını esas almaktaydı. Şöyle ifade etmek gerekirse, Merkez Bankası nın para arzını arttırmak üzere para basma olanakları büyük ölçüde sınırlandırılmıştı. Ayrıca TL nin 1.00 dolar ve 0.77 Euro dan oluşan bir para sepeti karşısında yıllık değer kaybının en fazla yüzde 20 olması tasarlanmıştı. Bu oran da hedef alınan yıllık enflasyon oranına eşitti. Bunun üzerindeki değer kayıplarını önlemek için Merkez Bankası’nın piyasaya müdahalelerde bulunması gerekiyordu.



Benimsenen kur politikası 2000 yılında IMF ile anlaşmaya varılan enflasyonu denetim altına alma programının en kırılgan noktasını oluşturmuştur. Yüksek enflasyon, ilgili çevrelerde Hükümetin öngörülen kur düzeyini sürdürebileceği konusunda şüpheler doğurmuştu. Bu durum da karşı spekülasyonu tetiklemiş ve yabancı yatırımcıların Türkiye’deki yatırımlarını likidite edip fonları ana ülkelerine transfer etme eğilimlerini hızlandırmıştı. Sonuç olarak Kasım 200 Krizi olarak bilinen kriz sırasında Merkez Bankası önemli rezerv kayıplarına uğramıştır. Bu arada bankalar olası bir devalüasyon karşısında açık pozisyonlarını kapatmak için piyasadan döviz satın almak üzere yoğun biçimde TL talep etmeye başlamışlardır. Bu da faizlerin önemli ölçüde yükselmesine neden olmaktaydı. Neticesinde, IMF den yeni krediler sağlanmış ve mevcut programın uygulanması bir süre daha sürdürülmeye çalışılmıştır.



Bunun yanında, dövize karşı spekülatif akımların durmaması ve ülkeden fon çıkışının karşı konulamaz boyutlara ulaşması karşısında Şubat 2001 de beklenen kriz patlak vermiştir. Önceki sabit kur uygulaması terkedilerek TL serbest dalgalanmaya bırakılmıştır. Fakat bu yeni uygulama, müdahalesiz dalgalanma olarak ifade edilebilecek tarzda Merkez Bankası müdahalesinin oldukça düşük tutulduğu bir dalgalanma sistemi idi. Daha sonra Hükümet içinde de revizyon yapılarak Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı diye adlandırılan yeni bir niyet mektubu hazırlanmış ve IMF ile ayrı bir destek anlaşması yapılmıştır. Uzun süre devam eden bu kur politikası serbest dalgalanan kur sistemine dayanmaktaydı. Kurlar esas olarak piyasanın işleyişine bırakılmış olup, Merkez Bankası ancak nadiren müdahalelerde bulunmaktaydı.



Uygulanan bu politikalar neticesinde ise para, döviz ve öteki mali piyasalarda istikrar yavaş yavaş sağlanmaya başlanmış ve buna paralel olarak önceki dönemlerde mutlak biçimde daralan Türk Ekonomisi pozitif büyüme sürecine girmiştir. Halen devam eden sürecin gelişim sürecini bu yazımızda ayrıntıları ile açıklamaya çalıştık. Umarım bilgilenmek isteyenlere güzel bir kaynak oluşturmuş olduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder