Altın Standardına Dönüş Tasarısı
Günümüzde altının parasal fonksiyonu büyük ölçüde azaltılmıştır. Ancak yakın zamanlara kadar dünyada yeniden altın standardına dönülmesi ciddi ciddi tartışılan bir konuydu. 1960 larda bu görüşü savunanların temel tezi, Bretton Woods Sisteminin ABD ye sağladığı ayrıcalıkların bir haksızlık oluşturduğu gerçeğidir. Altın fiyatlarının o günkü resmi fiyatı ons başına 35 dolardan 70 dolara çıkartılarak dünya para sisteminde yeniden altına dönülmesi doğrultusunda bir öneri ortaya atmışlardır. Bu şekilde hem dünya rezerv arzı otomatik bir şekilde artacak, hem de yüksek fiyatlardan altının üretimi özendirilmiş olacaktı.
Belirtilmesi gerekir ki, o dönemde altın fiyatlarında yapılacak böyle bir artışın dünya ekonomisinde enflasyonist baskılar doğurması büyük bir olasılıktı. Sonra, dünya altın stokları ülkeler arasında eşit olmayan bir biçimde dağıtılmış durumdaydı. Altının revalüasyonu ile en çok kazanan rezervlerini altın cinsinden tutan ülkelerle altın üreticisi ülkeler olacaktı. Bazı ülkeler geleneksel olarak dış rezervlerinin önemli bir bölümünü altın olarak tutmaktadır. Altın üreten belli ülkeler ise Güney Afrika ve eski Sovyetlere bağlı ülkelerdi. Bu ülkelerin yararına olarak altın fiyatlarının yükseltilmesi, ekonomik olduğu kadar siyasal nitelik taşıyan bir karar olmaktadır.
Sözü edilen bu sakıncalar bir tarafa bırakılırsa, kağıt para basmanın maliyeti sıfıra yakın iken, altın üretiminin büyük bir reel kaynak maliyeti gerektirdiği unutulmaması gereken bir durumdur. Kısaca, kağıt para yerine altın kullanmak kıt dünya kaynaklarını israf etmek anlamına gelecekti. Triffin in söylediği, altın madenini topraktan çıkartmak için o kadar masraf yapıldıktan sonra onu tekrar merkez bankalarının kasalarına gömmek büyük bir israf örneğidir.
Tüm bunların dışında altın standardı, uluslararası para sisteminin ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir sistem de değildir. Önce, bu sistemde sabit kur uygulamalarının bir özelliği olan likidite sorunu çözümlenmiş olmamaktadır. Çünkü, altın fiyatlarının bir defaya mahsus olarak arttırılması o anda uluslarası likidite ihtiyacını karşılamış olsa bile, daha sonra likidite talebinde ortaya çıkacak olan artışların yeniden üretilen altın ile sağlanabilmesi oldukça şüphelidir.
Sonra, günümüz toplumlarında altın standardındaki denkleşme mekanizmasının işlemesi için zorunlu olan “oyunun kuralları”na bağlı kalmak koşulunu hayal etmek oldukça güçtür. Bazı iktisatçılar altın fiyatlarındaki artışla birlikte dolar ve sterlin gibi paraların da rezerv fonksiyonlarını sürdürmelerinin doğru olacağını önermişlerdi. Altının yanında diğer paraların rezerv olarak kullanılması, Gresham Kanunu’nun işleyişini kaçınılmaz duruma getirecektir. Bu da sistemin istikrar bozucu spekülasyonlara karşı açık olması demektir.
Özetle, geçmişte uygulanan altına dayalı sistem günümüz koşullarında da uygulanabilmesi gerçekçi görünmemektedir. Dünya para sistemindeki eğilim sabit kur sisteminden esnek kur sistemine doğrudur. Ayrıca altın paralık niteliklerinden ayırmak gibi bir eğilimin de gelecekte süreceği öngörülmektedir.
Günümüzdeki Uygulamalar, Sorunlar, Reform Önerileri
1973 de sabit kurlu Bretton Woods Sistemi nin yıkılmasından beri kurlarda aşırı bir değişkenlik (excessive volatility of exchange rates) yaşanmaktadır.
Daha önceki yazılarımızda açıklandığı üzere, kurlarda görülen bu tür bir oynaklık, uluslararası ticareti ve mali akımları caydırıcı yönde etkide bulunan önemli bir etkendir.
Kur oynaklığı ve kur dengesizliği sorunları karşısında uluslararası para sisteminde ne ölçüde bir esnekliğe izin verileceği, ne ölçüde de politika uyumu sağlanacağı gibi sorunlar gündeme gelmiştir. Diğer bir deyişle, eskinin değişken ve sabit kur sistemlerinin iyi yönlerini toplayan tasarılar yerine şimdi, optimal kur esnekliği ile uluslararası politikaların birbiriyle uyumlaştırılması gibi konular tartışılmaya başlanmıştır.
Ayrıca, bugünkü yönetimli dalgalanma uygulamaları altında, döviz kurlarında büyük ölçüde denge değerlerinden sapmalar (disequilibria) ortaya çıkabilmekte ve bu dengesiz makro ekonomik politikalar hükümetler tarafından uzunca bir süre kullanılabilmektedir.
Örneğin, Türkiye 1990 yılında bütçe açıklarını karşılamak için yoğun biçimde iç borçlanmaya gitmiş, o arada kısa süreli yabancı fonların ülkeye girişini özendirmek için de aşırı değerlenmiş kur politikaları izlemiştir.
Aynı politikaları Asya Krizi öncesi Doğu Asya ülkelerinde de görebilmekteydik. (Dış ödeme açıkları kısa vadeli yabancı sermaye girişleri ile finanse edilmeye çalışılmıştır) Söz konusu politika 1998 Krizi öncesi Rusyada da izlenmiş bir politikadır. Fakat tüm bu uygulamalar, söz konusu ülkelerde mali krizle sonuçlanmıştır. Mali krizlerin tüm sorumluluğunun uygulanan aşırı değerlenmiş kur politikalarına bağlamak gerçekçi olmasa da bunun önemli etkileri olduğu da bir gerçektir.
Günümüzdeki mali liberalleşme neticesinde “sıcak para” (hot money) adı verilen kısa süreli sermaye fonları, kolayca bir ülkeden diğerine kayabilmektedir. Faiz, kur değişikliği, siyasal ve ekonomik ortam gibi koşullara karşı çok duyarlı olan bu fonlar hacim olarak milyarlarca doları bulmaktadır.
Kısa süreli sermaye fonları girilen ve çıkılan ülkelerde önemli ekonomik ve mali istikrarsızlıklar yaratabilmektedir. Yazının üst kısmında belirtildiği gibi son dönemlerdeki mali krizlerin bir çoğunda yabancı fon giriş ve çıkışlarının etkisi olduğu görülmektedir. Dolayısıyla dünyadaki mali istikrarın sağlanması için bu konuda yeterli uluslararası önlemlerin alınmasına ve işbirliğine gidilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Alınabilecek temel önlemlerden birisi, ülkeler arasındaki para politikalarının ve faiz oranlarının birbiriyle uyumlulaştırılması olarak söylenebilir.
Avrupa Birliği gibi ekonomik birliklerde bunu sağlamak, ülkeler üstü bir kuruluşun (Avrupa Merkez Bankası) yetkisine verilmiş durumdadır. Onun dışında uluslararası alanda bu düzenlemeleri yapacak bir kuruluş mevcut değildir. Uluslararası Para Fonu (IMF) nun ve G-7 gibi grupların çalışmaları ise yeterli olmamaktadır. Bu nedenle böyle bir işbirliği ve uyum sağlanıncaya kadar ülkeler kısa süreli sermaye giriş ve çıkışlarını uygun kotalarla denetim altına alma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Üstte belirtilen kur oynaklığını azaltmak ve kurlarda denge değerinden sapmaları önlemek üzere çeşitli tasarılar ortaya atılmıştır.
Bunlardan birisi, Williamson’nun geliştirdiği “hedef değişme alanı” (target zones) tasarısıdır. Buna göre, büyük sanayileşmiş ülkeler paralarının denge döviz kurlarını tahmin edecek ve bu kurların etrafında izin verilecek dalgalanma marjı üzerinde anlaşmaya varacaklardı. Williamson, izin verilen dalgalanma sınırlarını denge kurunun altında ve üstünde yüzde 10 olarak önermiştir. Bu sınırlar arasında kur, piyasadaki arz ve talep güçlerine göre belirlenir. Ancak kurun, hedef alanın dışına çıkma eğilimi göstermesi halinde döviz piyasasına resmi müdahaleler gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. Tasarıda hedef alanın “yumuşak” (soft) olması düşünülmüştür. Şöyle ki, sadece hedef alanın sınırlarına ulaşıldığı veya dışına çıkıldığı durumlarda piyasa kurlarına müdahale edilmesi söz konusudur.
Hedef değişme alanına karşı olanlar ise, bu tasarının sabit ve değişken kur sistemlerinin en olumsuz yönlerini birleştirdiğini ileri sürmektedirler. Bu uygulamanın değişken kur sisteminde olduğu gibi, kurlarda büyük dalgalanma ve oynamalara yol açabileceğini belirtirler. Diğer taraftan da sabit kur sistemlerinde görüldüğü gibi, resmi müdahale gerektireceğine ve dolayısıyla para politikasının bağımsızlığını azaltacağına işaret etmektedirler.
Bu eleştiriler üzerine, Miller ve Williamson söz konusu tasarıyı geliştirmişlerdir. Yeni tasarıda, kurları hedef değişme alanı içinde tutmak üzere büyük sanayi ülkeleri arasında daha ileri derece bir politika uyumlaştırılması öngörülmektedir. Bu nedenle yeni tasarı, döviz piyasasına daha az müdahale gerektirmektedir.
Mevcut para sisteminin reformu için bir diğer grup öneri ise, sanayileşmiş ülkeler arasında yoğun politika uyum ve işbirliği sağlanmasına yöneliktir. Bunların en geliştirilmiş formlarından birisi McKinnon'a aittir. Bu tasarıya göre; ABD, Almanya ve Japonya, satınalma gücü paritesi ile ulusal paraları arasındaki kurları denge düzeyinde belirleyecekler, sonra da bu kurları istikrarlı tutmak için, para politikalarını sıkı bir biçimde uyumlaştıracaklardı. Örneğin, doların yen karşısında değer kaybı, Amerika nın para arzını kısması, Japonya nın ise para arzını genişletmesi için bir işaret sayılacaktı.
Sözü edilen konuda öne sürülen başka bir tasarı ise IMF ye bağlı Ara Komite'ye (Interim Committee) aittir. Bu tasarı üye ülkelerin IMF denetimi altında uyumlu biçimde uygulamaya koyacakları makro ekonomik politika türlerini belirlemek amacıyla, ekonomideki gelişmeleri yansıtan bir dizi objektif göstergeler oluşturulması esasına dayanmaktadır. Bu objektif göstergeler, ilgili ülkenin GSMH, enflasyon, işsizlik, dış ticaret dengesi, para arzı, kamu kesimi mali dengesi, faiz oranı ve resmi rezervler gibi değişkenlerinin ölçülmesinde kullanılırlar. Bu göstergelerdeki artış veya azalışlar, ülkenin daraltıcı ya da genişletici para ve maliye politikası uygulamaya koyması gerekliliğine işaret etmektedir.
Son uluslararası mali krizler, dikkatleri bir kez daha Uluslararası Para Fonu’na çevirmiştir. IMF ise üye ülkelere mali sistemlerini geliştirici, özellikle bankacılık sektörünü güçlendirici, ekonomik ve mali istatistiklerini geliştirici yönde düzenlemeler yapmalarını önermektedir. Bu arada kriz olasılığı yüksek ülkelere krizden önce yardımda bulunmak için IMF de bir acil önlemler hesabı oluşturulmuştur.
Kur oynaklığı ve kur dengesizliği sorunları karşısında uluslararası para sisteminde ne ölçüde bir esnekliğe izin verileceği, ne ölçüde de politika uyumu sağlanacağı gibi sorunlar gündeme gelmiştir. Diğer bir deyişle, eskinin değişken ve sabit kur sistemlerinin iyi yönlerini toplayan tasarılar yerine şimdi, optimal kur esnekliği ile uluslararası politikaların birbiriyle uyumlaştırılması gibi konular tartışılmaya başlanmıştır.
Ayrıca, bugünkü yönetimli dalgalanma uygulamaları altında, döviz kurlarında büyük ölçüde denge değerlerinden sapmalar (disequilibria) ortaya çıkabilmekte ve bu dengesiz makro ekonomik politikalar hükümetler tarafından uzunca bir süre kullanılabilmektedir.
Örneğin, Türkiye 1990 yılında bütçe açıklarını karşılamak için yoğun biçimde iç borçlanmaya gitmiş, o arada kısa süreli yabancı fonların ülkeye girişini özendirmek için de aşırı değerlenmiş kur politikaları izlemiştir.
Aynı politikaları Asya Krizi öncesi Doğu Asya ülkelerinde de görebilmekteydik. (Dış ödeme açıkları kısa vadeli yabancı sermaye girişleri ile finanse edilmeye çalışılmıştır) Söz konusu politika 1998 Krizi öncesi Rusyada da izlenmiş bir politikadır. Fakat tüm bu uygulamalar, söz konusu ülkelerde mali krizle sonuçlanmıştır. Mali krizlerin tüm sorumluluğunun uygulanan aşırı değerlenmiş kur politikalarına bağlamak gerçekçi olmasa da bunun önemli etkileri olduğu da bir gerçektir.
Günümüzdeki mali liberalleşme neticesinde “sıcak para” (hot money) adı verilen kısa süreli sermaye fonları, kolayca bir ülkeden diğerine kayabilmektedir. Faiz, kur değişikliği, siyasal ve ekonomik ortam gibi koşullara karşı çok duyarlı olan bu fonlar hacim olarak milyarlarca doları bulmaktadır.
Kısa süreli sermaye fonları girilen ve çıkılan ülkelerde önemli ekonomik ve mali istikrarsızlıklar yaratabilmektedir. Yazının üst kısmında belirtildiği gibi son dönemlerdeki mali krizlerin bir çoğunda yabancı fon giriş ve çıkışlarının etkisi olduğu görülmektedir. Dolayısıyla dünyadaki mali istikrarın sağlanması için bu konuda yeterli uluslararası önlemlerin alınmasına ve işbirliğine gidilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Alınabilecek temel önlemlerden birisi, ülkeler arasındaki para politikalarının ve faiz oranlarının birbiriyle uyumlulaştırılması olarak söylenebilir.
Avrupa Birliği gibi ekonomik birliklerde bunu sağlamak, ülkeler üstü bir kuruluşun (Avrupa Merkez Bankası) yetkisine verilmiş durumdadır. Onun dışında uluslararası alanda bu düzenlemeleri yapacak bir kuruluş mevcut değildir. Uluslararası Para Fonu (IMF) nun ve G-7 gibi grupların çalışmaları ise yeterli olmamaktadır. Bu nedenle böyle bir işbirliği ve uyum sağlanıncaya kadar ülkeler kısa süreli sermaye giriş ve çıkışlarını uygun kotalarla denetim altına alma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Üstte belirtilen kur oynaklığını azaltmak ve kurlarda denge değerinden sapmaları önlemek üzere çeşitli tasarılar ortaya atılmıştır.
Bunlardan birisi, Williamson’nun geliştirdiği “hedef değişme alanı” (target zones) tasarısıdır. Buna göre, büyük sanayileşmiş ülkeler paralarının denge döviz kurlarını tahmin edecek ve bu kurların etrafında izin verilecek dalgalanma marjı üzerinde anlaşmaya varacaklardı. Williamson, izin verilen dalgalanma sınırlarını denge kurunun altında ve üstünde yüzde 10 olarak önermiştir. Bu sınırlar arasında kur, piyasadaki arz ve talep güçlerine göre belirlenir. Ancak kurun, hedef alanın dışına çıkma eğilimi göstermesi halinde döviz piyasasına resmi müdahaleler gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. Tasarıda hedef alanın “yumuşak” (soft) olması düşünülmüştür. Şöyle ki, sadece hedef alanın sınırlarına ulaşıldığı veya dışına çıkıldığı durumlarda piyasa kurlarına müdahale edilmesi söz konusudur.
Hedef değişme alanına karşı olanlar ise, bu tasarının sabit ve değişken kur sistemlerinin en olumsuz yönlerini birleştirdiğini ileri sürmektedirler. Bu uygulamanın değişken kur sisteminde olduğu gibi, kurlarda büyük dalgalanma ve oynamalara yol açabileceğini belirtirler. Diğer taraftan da sabit kur sistemlerinde görüldüğü gibi, resmi müdahale gerektireceğine ve dolayısıyla para politikasının bağımsızlığını azaltacağına işaret etmektedirler.
Bu eleştiriler üzerine, Miller ve Williamson söz konusu tasarıyı geliştirmişlerdir. Yeni tasarıda, kurları hedef değişme alanı içinde tutmak üzere büyük sanayi ülkeleri arasında daha ileri derece bir politika uyumlaştırılması öngörülmektedir. Bu nedenle yeni tasarı, döviz piyasasına daha az müdahale gerektirmektedir.
Mevcut para sisteminin reformu için bir diğer grup öneri ise, sanayileşmiş ülkeler arasında yoğun politika uyum ve işbirliği sağlanmasına yöneliktir. Bunların en geliştirilmiş formlarından birisi McKinnon'a aittir. Bu tasarıya göre; ABD, Almanya ve Japonya, satınalma gücü paritesi ile ulusal paraları arasındaki kurları denge düzeyinde belirleyecekler, sonra da bu kurları istikrarlı tutmak için, para politikalarını sıkı bir biçimde uyumlaştıracaklardı. Örneğin, doların yen karşısında değer kaybı, Amerika nın para arzını kısması, Japonya nın ise para arzını genişletmesi için bir işaret sayılacaktı.
Sözü edilen konuda öne sürülen başka bir tasarı ise IMF ye bağlı Ara Komite'ye (Interim Committee) aittir. Bu tasarı üye ülkelerin IMF denetimi altında uyumlu biçimde uygulamaya koyacakları makro ekonomik politika türlerini belirlemek amacıyla, ekonomideki gelişmeleri yansıtan bir dizi objektif göstergeler oluşturulması esasına dayanmaktadır. Bu objektif göstergeler, ilgili ülkenin GSMH, enflasyon, işsizlik, dış ticaret dengesi, para arzı, kamu kesimi mali dengesi, faiz oranı ve resmi rezervler gibi değişkenlerinin ölçülmesinde kullanılırlar. Bu göstergelerdeki artış veya azalışlar, ülkenin daraltıcı ya da genişletici para ve maliye politikası uygulamaya koyması gerekliliğine işaret etmektedir.
Son uluslararası mali krizler, dikkatleri bir kez daha Uluslararası Para Fonu’na çevirmiştir. IMF ise üye ülkelere mali sistemlerini geliştirici, özellikle bankacılık sektörünü güçlendirici, ekonomik ve mali istatistiklerini geliştirici yönde düzenlemeler yapmalarını önermektedir. Bu arada kriz olasılığı yüksek ülkelere krizden önce yardımda bulunmak için IMF de bir acil önlemler hesabı oluşturulmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder