Devalüasyon ana niteliği bakımından bir harcama kaydırıcı politika olarak ifade edilebilir. Toplam üretimi arttırmaktan ziyade talep yapısını değiştirmeye yöneliktir. Bu bakımdan devalüasyon yoluyla sağlanacak başarının sınırlı olduğunu hatırlamak gerekir. Özellikle dış açıklar, ulusal ekonomide verim düşüklüğü, üretim yetersizliği, teknoloji ve yönetimde gerilik gibi yapısal nedenlere bağlı olduğu sürece devalüasyonun etkinliği de düşük olacaktır. Bu gibi durumlarda sorunun temeline inilerek reel önlemlere ağırlık verilmelidir. Yani dış ticaret endüstrilerinde ve genel olarak ekonomide üretim arttırıcı ve rekabeti geliştirici, kısa ve uzun dönemli önlemler düşünülmeli ve uygulanmalıdır.
Bununla birlikte, esneklik yaklaşımına göre devalüasyonun başarılı olabilmesi için belli etkenlerin değerlendirilmesi gereklidir. Başlıcaları şunlardır;
a. Talep Esnekliklerinin Yüksekliği
İhraç mallarının dış talep esnekliklerini dikkate alırken bir malın toplam dünya talebi ile yalnız ülke mallarına düşen piyasa payı arasında bir ayrım yapılması gereklidir. Bu ayrım yapıldığında, genel talep esnekliği düşük bir malın bile, ülkenin ihracatına yönelen talep payında yüksek derecede esneklik görülebilmektedir.
Bir tarımsal mal, *sözün gelişi buğdayı ele alalım ve bu malın dünya talebinin oldukça düşük olduğunu düşünelim. Yani buğday fiyatındaki bir değişme, buğdayın talebini çok az etkilemekte olsun. Böyle bir durumda dahi, devalüasyon yaparak buğday fiyatını öteki üretici ülkelere göre düşürmüş olsak, dünya buğday talebinin büyük bir kısmını kendi ülkemize çekmiş oluruz. Bu durumda bireysel olarak buğday ihracatımızın dış talep esnekliği oldukça yüksek olacaktır. Bu nedenle, ihracatta birbirlerine rakip ülkelerden birisi devalüasyon yaptığında, piyasa paylarını korumak için diğerleri de aynı yolu izleyeceklerdir.
b. İhraç Mallarının Arz Esnekliği
Devalüasyonun döviz kazandırıcı etkisinin ihraç mallarının dış talep esnekliğinin 1 den büyük olmasına bağlı olduğunu önceki yazılarımızdan bilmekteyiz. Ancak bu olanaktan yararlanabilmek için ihraç mallarımızı dış talep artışına paralel olarak arttırabilmeliyiz. Yani ihraç mallarının arz esnekliği de yüksek olmalıdır.
İhraç ürünlerimizin dış talep esnekliği çok yüksek olsa bile eğer üretim kolayca arttırılamıyorsa devalüasyonun talebi uyarıcı etkilerinden yararlanılamaz. En aşırı durum olarak arz esnekliğinin sıfır olduğu düşünülebilir. Bu durumda talep ne olursa olsun, ihracat hacmi aynı kalacaktır. Dolayısıyla mallar daha düşük fiyattan satılacağı için ihracat gelirleri devalüasyon oranında düşüş gösterecektir. Arz esnekliğinin 1 e eşit olması durumunda ise ihracat gelirlerindeki net değişme sıfır olacaktır.
Görüldüğü gibi, devalüasyonun meydana getirdiği talep artışlarını karşılayabilmek için elde yeterince hazır mal stoku veya dış talep artışının harekete geçireceği boş bir üretim kapasitesi bulunmalıdır. Tam çalışma durumunda kaynak hareketliliği yüksek olmalı, yani kaynaklar yurtiçi kesimlerden dış ticaret malları üretimine kolayca aktarılabilmelidir. Bu bağlamda devalüasyon kararını üretim artışını özendirici önlemlerle birlikte almak devalüasyonun başarısı açısından önemli olmaktadır.
c. İthal Malların Yabancı Arz Esnekliği
Devalüasyonun ithalatı kısarak döviz tasarrufu sağlayıcı etkisinin hemen hemen kesin olmaktadır. Ancak bu sonucun ortaya çıkması ithal mallarının yabancı ülkedeki fiyatlarının değişmemesine bağlı olmaktadır.
Oysa ülkenin ithalat talebini azaltması, yabancı satıcıları ihracat fiyatlarını kırmaya zorlayabilmektedir. Böyle bir durumda, yabancı malların satılacağını başka piyasaların varlığı ve arz esnekliğinin düşük olması gibi koşullar gereklidir. Eğer ülke talebini kısarsa yabancı ihracatçı üretimini de derhal azaltabiliyorsa yabancı ihracatçı için bir sorun yoktur. Aksi durumda elinde patlayan malı satmak için başka piyasalar arayışına girmesi gerekecektir, onu da bulamıyorsa fiyatları düşürmek zorunda kalabilmektedir.
Yabancı fiyatlar düştükçe ithal malların ulusal cinsinden fiyatları da ucuzlayacağı için, ülkede yapılan bir devalüasyonun etkileri de zayıflayacaktır. Hatta eğer yabancı ihracatçının fiyatları devalüasyon oranında indirdiğini varsayarsak, devalüasyonun döviz tasarrufu sağlayıcı hiçbir etkisi olmadığı söylenebilir. Marshall-Lerner Koşulu’nda ithal malların yabancı ülkedeki arz esnekliği sonsuz sayıldığından bu sorunlar yine geçerli olmamaktadır.
Hatırlatılması gerekir ki, ithal malların arz esnekliği büyük bir ülkenin devalüasyon yapması durumunda çok daha önemli olmaktadır. Çünkü ancak bu gibi ülkelerin talep azaltması durumunda yabancı ihracatçılar için bir pazar kaybı söz konusu olmaktadır. Yoksa ufak bir ülkenin devalüasyon yapması dünya fiyatları üzerinde hissedilebilir bir etki ortaya çıkarmamaktadır.
d. İç Fiyatların Sabit Tutulması
Devalüasyonun başarıya ulaşması için en önemli koşullardan birisi de devalüasyonun arkasından gelecek fiyat artışlarının önlenmesidir. Devalüasyonun temel amacı döviz kuru ile ulusal fiyatlar arasında bozulan dengeyi yeniden kurmak (ulusal paranın aşırı değerlenmesini önlemek) ve ülkenin dış rekabet gücünü yükseltmektir. Fakat devalüasyon bir kez yapıldıktan fiyatlardaki artış sürerse, bu amaç gerçekleştirilemez. En aşırı durum örneği vermek gerekirse, *eğer iç fiyatlar devalüasyon oranında artarsa devalüasyonun fiyatları ayarlama etkisi tümüyle boşa çıkmış olur.
Hatta devalüasyonla amaçlanan yalnızca bozulan fiyat ilişkilerini yeniden ayarlayarak ülkenin rekabet gücünü korumak değil, aynı zamanda bu gücün arttırılmasını sağlamak olduğuna göre, o takdirde reel kurun yükseltilmesini sağlamak gereklidir. Bu da nominal kurların iç ve dış enflasyon oranlarından daha yüksek oranda arttırılmasını gerektirmektedir.
Özetle, devalüasyondan sonra fiyat istikrarını sağlamak hükümetler için büyük önem taşımaktadır. Aslında, *yatırım malları ve ara malları ile temel gıda ürünlerinin önemli bir kısmı yurtdışından ithal edilen bir ülkede devalüasyon, üretim maliyetlerinin ve hayat pahalılığı endekslerinin yükselmesine neden olacaktır. Bu da ülkede bir ücret-fiyat çekişmesi başlatabilecek niteliktedir. Hükümetler maliyet enflasyonunu körükleyici bu tür politikalar izlemekten özellikle kaçınmalıdır.
Bu konuda para politikasının önemi yadsınamaz. Devalüasyondan sonra para hacminin sabit tutulduğunu varsayarsak, bu durumda ithal malların fiyatları yükselmiş olduğu için yerli mallar için harcanabilecek para miktarı azalacaktır. Bu da ekonominin durgunluk (recession) dönemine girmesine, milli gelirin düşmesine ve işsizliğin artmasına neden olabilmektedir. Bu bağlamda eğer devalüasyonun istihdamı düşürmesi istenmiyorsa, para hacmi bir miktar genişletilmelidir. Bu genişleme, ithal malların fiyatlarındaki artış nedeniyle ihtiyaç duyulan para miktarını dengeleyecek ölçüde olmalıdır.
Devalüasyondan sonra ithal malı girdilerindeki fiyat artışları nedeniyle iç fiyatların bir miktar yükselmesi doğal olmaktadır. Fakat eğer fiyat artışlarındaki süreklilik önlenebiliyorsa bu bir enflasyon sayılmamaktadır. Hükümet yetkilileri, devalüasyonun doğurduğu fiyat artışlarının bir maliyet enflasyonuna dönüşmesini önlemek için para ve maliye politikası tedbirlerini almalıdır.
e. Yerleşik Piyasalar ve Tüketici Alışkanlıkları
İç ticarette olduğu gibi uluslararası ticarette de alışkanlıklar ve gelenekler etkili olmaktadır. Geçmişteki ticari ilişkiler, tüketicilerde belirli ülkelerin mallarına karşı olumlu veya olumsuz tavırların oluşmasına yol açabilmektedir. Örneğin bazı ülkelerin çayına, kahvesine veya sigarasına aşırı düşkünlük varolması veya bazılarının malının kalitesizliğine inanılması gibi. Böyle durumlarda o ülke mallarının talep esneklikleri düşük olacağı için, devalüasyon ihraç fiyatlarını ucuzlatsa bile talep edilen miktarları arttırmakta kolay olmayacaktır.
f. Devalüasyon ve Reel Kurlar
Devalüasyon konusunda önemli noktalardan biri de, devalüasyonun ne ölçüde yapılacağıdır. Devalüasyon bilindiği gibi ithalat giderlerini azaltıcı etkisi yanısıra özellikle ihracatın dış rekabet gücünü arttırmaya yönelik bir dış pazarlama aracı olarak kullanılmaktadır.
Devalüasyon oranı konusunda önemli bir gösterge önceki yazılarımızda incelediğimiz Satın Alma Gücü Paritesi (SGP) dir. Buna göre kurlarda yapılacak bir ayarlamanın ölçüsü iç ve dış enflasyon oranları farkına eşit olmalıdır. İç ve dış enflasyon oranları ölçüsünde yapılacak bir kur ayarlaması durumunda reel kurların nominal kurların altına düşmesi önlenmiş olmaktadır.
Fakat Satın Alma Gücü Paritesi’nin gösterdiği oranda yapılacak bir devalüasyon ancak ülkenin başlangıçtaki dış rekabet gücünün korunması sonucunu doğurmaktadır. Oysa devalüasyonla güdülen amaç ülkenin dış rekabet gücünün korunması değil, arttırılmasıdır. Bu da reel kurlardaki düşüşün önlenmesi yerine bu kurların yükseltilmesini gerektirmektedir. Yani, kur ayarlamalarıyla ihracat gelirlerini ciddi oranda arttırmayı hedefleyen ülkelerin iç ve dış enflasyon oranları farkından çok daha yüksek oranlarda bir devalüasyon yapmaları gerekebilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder