24 Şubat 2011 Perşembe

Dış Denkleşmede Parasalcı Yaklaşım

Parasalcı yaklaşım (monetarist approach) 1970’lerde Robert Mundell, Harry Johnson ve Jacob Frenkel gibi Chicago Üniversitesi profesörleri tarafından geliştirilmiştir. Fakat, bu yaklaşımın izlerini 1752’de ünlü düşünür David Hume’un ortaya attığı “Fiyat-Altın Para Akımı” mekanizmasında görülebilmektedir.

Parasalcı yaklaşım ödemeler bilânçosu dengesini sağlama mekanizmasını temel alarak ortaya çıkmıştır. Ancak bu yaklaşım aynı zamanda kur oluşumunu açıklayan teorilerden biri olarak da kabul edilmektedir.

Ayrıca parasalcı yaklaşımın tasarladığı süreç, hem otomatik dış denkleşme mekanizmasına dayanmakta, hem de hükümetlerin elinde bir dış denkleştirme politikası olarak kullanılabilmektedir.

Monetarist yaklaşıma göre, bir dış ödemeler açığı veya fazlası para arzı ile para talebi arasındaki dengesizliklerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu noktada dış ödemeler dengesizlikleri deyiminin kullanmamızın nedeni teorinin mal ve hizmet akımlarıyla birlikte uluslararası sermaye akımlarına da dayanmasıdır.

Para talebi, bir ekonomide bireylerin servetlerinin ne kadarını yanlarında nakit olarak tutmak istediklerini göstermektedir. Nakit para arzusu günlük harcamalara yönelik olmaktadır. Nakit tutulan paraların gelir getiren araçlara yatırılarak faiz geliri getirmesi mümkündür. Bu yüzden yeterli miktarın ötesinde para tutmak gerekli değildir.

Teoriye göre nakit biçiminde tutulmak istenen para miktarı reel gelir, fiyatlar genel düzeyi ve faiz oranın bağlı olarak belirlenmektedir.

Reel gelir yükseldikçe, yani ekonomi büyüdükçe artan işlem hacmini finanse etmek için halkın para talebi artmaktadır.

Fiyatlar genel düzeyi arttıkça insanlar günlük ihtiyaçları için daha çok para tutacaklardır yani para talebi artacaktır.

Faiz oranı da para tutmanın fırsat maliyeti olarak düşünülebilir. Faizler düştükçe, halk daha fazla para tutacaktır, çünkü paranın faize yatırılıp getireceği getiri az olmaktadır. Faizler yükseldikçe ise, daha az para tutulacaktır, yani fonlar faiz getiren menkullere yatırılacaktır.

Nominal para talebini Md fiyatlar genel düzeyini P (price) ile gösterelim.

Bu durumda, halkın para talebi şu formülle gösterilebilir.

Md = f(P,y,i)

Buna göre reel para talebi:

Md/P =f(y,i)
şeklinde gösterilir.

y halkın gelir düzeyini,
i faiz oranını temsil etmektedir.

Para talebini açıkladıktan sonra, para arzının oluşumuna baktığımızda şunu görmekteyiz. Bilindiği gibi ekonomideki para arzı ise merkez bankası tarafından ayarlanmaktadır. Merkez Bankası ekonominin ihtiyaçlarına göre para arzını daraltır veya genişletir.

Merkez Bankası tarafından piyasaya para sürülmesi (emisyon) iki bölüme ayrılabilir.

Yurtiçi Ekonomik ve Mali Etkenlere Bağlı Olarak Piyasaya Sürülen Para (D)
Döviz Rezervleri Karşılığında Çıkartılan Para (R)

*Bilindiği gibi resmi rezervlerdeki düşme, merkez bankasının kurun yükselmesini önlemek amacıyla yaptığı döviz satışları yani piyasadan ulusal para çekilmesi sonrasında oluşmaktadır. Rezervlerdeki yükselme ise, döviz satın alındığında yani piyasaya ulusal para sürülmesi durumunu yansıtmaktadır.

Şüphesiz bu incelemelerde döviz kurunun sabit veya istikrarlı olduğu öngörülmektedir. Çünkü aksi takdirde serbest dalgalanan kur sistemlerinde merkez bankasının piyasaya müdahalesi olmamaktadır. Günümüz devletlerin uygulanan sistem yönetimli dalgalanma olarak adlandırılan istikrarlı döviz kuru sistemidir.

Merkez Bankasının iç varlıklar (reeskont senetleri gibi) karşılığı (D) ve dış varlıklar (döviz ve altın rezervleri gibi) karşılığı (R) olarak yaptığı emisyonun (piyasaya para sürmek) toplamı ülkenin parasal tabanını (monetary base) oluşturmaktadır. Para arzı (Ms) parasal tabanın belirli bir çarpan katsayısı (parasal çarpan) ile çarpımı sonucunda elde edilir. Eğer parasal çarpan katsayısı A ile gösterilirse,

Ms = A(D+R) olmaktadır.

Artık parasalcı yaklaşıma göre para arz ve talebi ile dış ödemeler dengesi arasındaki ilişkilerin anlatılmasına başlayabiliriz. Bu yaklaşıma göre ödemeler bilânçosundaki bir açık veya fazla, para talebi ile para arzı arasındaki dengesizliğin bir sonucu olmaktadır. Çünkü böyle bir dengesizlik mal ve hizmetlerle mali varlıklara yapılan harcamaları ve bu yolla da dış ödemeler dengesini etkilemektedir.

Mesela merkez bankası iç harcama taleplerini karşılamak için piyasaya yeni para (D) sürmüş olsun, böylece nominal para arzı genişlemiş olmaktadır. Ancak halkın para talebi değişmediğine göre, para arzındaki bu artışlar ya mal ve hizmet satın alınmasında ya da tahvil ve hisse senedi gibi değerli kağıtlarla kısa vadeli mali varlıklara yatırım olarak kullanılacaktır. Mal ve hizmetlere yapılan harcamalar, doğal olarak ithalata olan talebi de arttıracaktır. Ayrıca, yerli mal ve hizmet arzı ne ölçüde yetersiz olursa, harcama artışı da o oranda yabancı mal ve hizmetlere yöneltilecektir.

Sonuç olarak, bir yandan mal ve hizmet ithali, diğer yandan yabancı menkul değer ve kısa süreli mali varlık yatırımları, ülkenin döviz kaybına uğramasına neden olmaktadır. Eğer başlangıçta ödemeler bilânçosunun dengede olduğu kabul edilirse, cari işlemlerden ve sermaye bilânçosundan gelen bu etkilerle bir dış ödeme açığı ortaya çıkması muhtemeldir.

Tersi durumda, eğer merkez bankasının iç ekonomik amaçlarla emisyon hacmini (piyasaya sürülen parayı azaltmak) kıstığını varsayarsak, bu kez mekanizma tersine işleyecektir. Yani toplam para arzı daralır, bireyler de doğal olarak mal ve hizmetlere yaptıkları harcamaları azaltırlar. Diğer taraftan para ve sermaye piyasası araçlarına yapılan yatırımlar da azaltılacaktır. Bu azaltılan harcamaların bir bölümü ithalata yönelik olduğu için, dövize olan talep azalmış olacaktır. Sonuç olarak başlangıçta denk olan dış ödemeler bilânçosu artık fazla verecektir.

Para arzının para talebine oranla azaltılması durumunda, bu açığı karşılamak üzere başvurulabilecek yöntemlerden birisi de ihracatın artırılması ve yatırım portfolyosundaki bazı yabancı menkul değerlerin satılmasıdır. Böylece ulusal para arzı artırılmış ve para talebi fazlası için kaynak yaratılmış olunur.

Parasalcı Yaklaşım ve Otomatik Dış Denkleşme


Bu açıklamalardan sonra şimdi parasalcı yaklaşıma göre dış ödeme dengesizliklerinin kendiliğinden nasıl bir mekanizmas ile giderileceğini anlatmaya çalışalım.

Bu anlatımda, izlenen kur politikasının sabit veya istikrarlı bir kur politikası olduğunu kabul etmekteyiz. Çünkü, ancak bu durumda bir dış açık veya fazlanın ortaya çıkması ve rezervlerdeki değişmelere paralel olarak piyasadaki ulusal para arzının değişmesi söz konusu olmaktadır. Serbest değişken kur sistemi altında değişme döviz rezervlerinde değil, döviz kurlarında gerçekleşmektedir.

Bu amaçla önce dış ödemeler bilânçosunun bir fazla verdiğini varsayalım. Ödemeler bilânçosundaki fazlalık ülkenin döviz rezervlerini arttıracaktır. Bu durumda merkez bankası döviz kurundaki düşmeyi önlemek için piyasadan döviz satın alacaktır, böylece rezerv artışına bağlı ulusal paranın emisyonunda (R) bulunacaktır. Sonuçta yazımızın üst kısmındaki mekanizma harekete geçecektir. Yani, para talebi değişmezken para arzı artışı varolacaktır. Bu durum yerli ve yabancı mal, hizmet ve mali varlık satın alımlarını özendirecektir ve dış ödemeler bilânçosundaki fazlalığı giderici bir etki söz konusudur.

Parasalcı yaklaşımda dış ödeme fazlası gibi, bir dış ödeme açığı da kendi kendini giderici, (denkleştirici) etki doğurmaktadır. Çünkü dış açıklar resmi döviz rezervlerini arttıracaktır. Bu da emisyon (piyasaya sürülen para) hacmini düşürerek para arzının azalmasına neden olacaktır. Böylece, mal ve hizmet ithali ile birlikte yabancı menkul değer satın alımları azalacak ve dış açık giderilmiş olacaktır.

Parasalcı yaklaşım bir bakıma David Hume’un klasik fiyat-altın para akımı mekanizmasının geliştirilmiş hali görünümündedir. Her iki mekanizmada da parasal akımlar önemli bir yer tutmakta ve dış dengesizlikleri kendiliğinden (otomatik) olarak giderilmektedir. Ayrıca denkleşme mekanizmasının harekete geçmesi, her iki mekanizmada da para arzı düzenlemelerinde merkez bankası tarafından bu denkleşmeye izin verildiği koşullarda geçerli olmaktadır. Benzer noktalar dışında farklı olan ise, parasalcı yaklaşım sabit bir para talebini temel alırken, klasik denkleşme mekanizması fiyatlar genel düzeyindeki değişmelere dayanmaktadır.

Parasalcı yaklaşımdan elde edilecek bir diğer sonuç da, sabit döviz kur sistemlerinde merkez bankasının para arzı üzerindeki denetiminin düşük olduğudur. Çünkü, eğer iç fiyat istikrarı gibi bir amaçla para arzı daraltılırsa, döviz girişleri artacak, ödemeler bilânçosu fazla verecek ve döviz rezervlerindeki artış da daralmanın etkisini giderecektir. Bunun sebebi üstte açıklandığı gibi, halkın reel para talebinin bazı etkenlere (reel gelir ve faiz oranı) bağlı olarak belirlenen bir değişken olmasıdır. Fakat etkileşimin yönü daima D den R ye doğru gerçekleşir.

Oysa serbest değişken kur sistemlerinde, yukarıda da değindiğimiz gibi merkez bankasının döviz piyasasına müdahalesine gerek duyulmadığı için dış rezervlerde değişme olmamaktadır. Bunun yerine kurların her an arz ve talebe bağlı olarak değişmesine izin verilir ve ödemeler bilânçosunda kendiliğinde bir denge sağlanmaktadır. Bu durum sabit kur sisteminin tersine, para politikasına tam bir bağımsızlık verir, çünkü para otoriteleri para arzı üzerinde etkili bir denetime sahip olmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder