7 Şubat 2011 Pazartesi

Portfolyo Dengesi (portfolio balance)

Gerçek hayatta yatırım yapan bireyler, servetlerini çeşitli mali varlıklar arasında dağıtırlar. Buna örnek olarak, tahviller, hisse senetleri, altın, bina, arazi gibi farklı enstrümanlar verilebilir. Ayrıca nakit paranın tutulması veya vadeli hesap açılması gibi temel farklılıkta söz konusu olmaktadır. Servet edinmenin amacı, bugünkü satınalma gücünü geleceğe aktarmak ve bunu daha da büyütmek arzusudur. Altında yatan neden ise geleceği güvence altına alma olabilmektedir.

Anlatım açısından kolaylık olması maksadıyla, sınırlı sayıda yatırım araçlarını kapsayan bir portfolyoyu düşünerek, konuyu incelemeye çalışacağız. Öncelikle belli mali araçlar ele alınacak ve portfolyoların yerli ve yabancı menkullerle ilişkisi üzerinde durulacaktır.

1. Portfolyo Teorisi

Portfolyo Teorisi’nin temel görüşü, belirli bir sermaye fonuna sahip olan yatırımcı, bu fonları çeşitli menkuller arasında dağıtacaktır ki, risk düzeyini kabul edilebilecek düzeye getirerek maksimum gelir oranına sahip olsun.

Bu amaç doğrultusunda yatırımcı portfolyosunu oluştururken, her menkul değeri teker teker ele almakta ve bunların kendi içlerindeki risk ve beklenti düzeylerini karşılaştırmaktadır. Gelir oranları yüksek menkullerin öncelikle tercih edilecekleri beklenebilir. Ancak bu konuda riski de hesaba katmak önemli olmaktadır. Genellikle beklenen gelirleri yüksek olan mali araçların risk oranları da buna bağlı olarak yüksek olmaktadır. Kısaca, çoğu zaman yüksek gelirler, yüksek riskin karşılığı olarak ortaya çıkmaktadır.

Gelir ve risk dengesi konusunda yatırımcıların değişik davranış özellikleri görülmektedir. Bazı yatırımcılar güvenceli hareket etmeyi tercih ederken, (risk aversers) bazıları daha cesur hareket ederek gelir oranları yüksek olan riski yüksek mali araçlara yönelirler. (risk takers)

Özetle, risk ve getiri durumlarına göre ne tür menkullere yatırım yapılacağı fon sahiplerinin kişisel tercihlerine kalan bir durumdur.

Satın alınması düşünülen bir menkul değere ilişkin gelirler henüz gerçekleşmiş olmamaktadır. Bu nedenle bunları ifade etmek için “beklenen getiri oranı” (expected rate of return) deyimi kullanılmaktadır. Bir menkulün beklenen getirisi, faiz ve temettü gelirleri ile yatırım süresi içinde ortaya çıkacak sermaye kazanç ve kayıpları toplamından oluşmaktadır.

Tahviller sabit bir faiz geliri sağlarlar.

Hisse senetlerinin getirisi olan temettüler (dividents) ise şirket kârından dağıtılan paylardır. Faaliyet dönemi sırasında şirketin kâr-zarar durumu bilinemediği için temettülerde belirsizlik mevcuttur.

Bir menkulün satın alındığı tarihteki değeri ile satıldığı tarihteki değeri arasında geçen sürede, piyasaya değerlerinde ortaya çıkan değişmeler, o menkulün sermaye kazançlarını ve kayıplarını oluşturmaktadır. Hisse senetlerinin değeri, borsadaki arz ve talep gelişmelerine bağlı olmaktadır.

Tahvil satın alındıktan sonra piyasa faiz oranındaki değişmeler tahvillerin sermaye değerini etkileyecektir. Örneğin *piyasa faiz oranları düşerse, eldeki tahvillerin sermaye değeri yükselecektir.

Yabancı tahvil ve hisse senetlerinin beklenen getirisini etkileyen ayrı bir önemli faktörü mevcuttur, bu kur değişmeleridir. Örneğin, yatırım süresi içinde kurlarda ortaya çıkan bir yükselme, hem yatırımcının ulusal parası cinsinden faiz gelirlerinin, hem de (eğer varsa) sermaye kazançlarının artmasına neden olmaktadır.

*Kurlardaki bir düşüş ise, tam tersine, yatırım gelirlerinin düşmesine yol açmaktadır.

Kurların yabancı menkullerin ulusal para getirisini etkilemesi ve kur değişmelerinin belirsizliği, yabancı menkul yatırımları için ayrıca bir risk oluşturmaktadır.

Bunun önemi şu noktadadır; gelir riskin bir karşılığı olduğuna göre, riskten kaçınan bir yatırımcının yabancı menkullere yatırım yapması için ona ek bir primin teklif edilmesi gerekli olabilmektedir. Bunun anlamı, yabancı menkullerden beklenen getirinin ancak yerli menkullere göre yeteri ölçüde yüksek olması, yabancı yatırımcıyı bunları talep etmeye itecektir.

Bu nokta, parasalcı yaklaşımın yerli ve yabancı menkullerin tam ikame edilebilir oldukları varsayımından farklı olmasıyla önemlidir.

Genel olarak menkul değer yatırımlarının içerdiği riskler, ticari riskler, kur riski ve siyasal risk olarak sınıflandırılabilir. Ticari riskler, yerli ve yabancı tüm menkuller için söz konusudur. Bunlar hisse senedini çıkartan şirketin iflas etmesi veya başka nedenlerle borcunu ödeyememesi durumunu ifade etmektedir. Kur riski ve siyasal risk ise, yabancı menkul değer yatırımlarıyla ilgili olmaktadır. Siyasal riske örnek olarak, yatırım yapılan ülkede hükümetlerin yabancı alacaklarını dondurması kararı gösterilebilir. (Kur riski yazının üst kısmında bahsedilmiştir.)

Portfolyoda nakit şeklinde ulusal parar tutmak risksiz görülmektedir. Fakat nakit para fonları herhangi bir gelir getirmeyecektir. Bu nedenle bunları tutmanın bir fırsat maliyeti mevcuttur. Bu durumda fırsat maliyeti (opportunity cost) söz konusu fonları, örneğin tahvillere yatırmakla elde edilecek faiz gelirlerine eşittir. Nakit olarak tutulan veya yabancı likit varlıklara yatırılan dövizler, ancak kurlardaki yükselme durumunda portfolyo sahibine bir gelir kazandırabilirler. (kur riski)

Çoğunlukla yatırım portfolyolarının bir bölümü nakit ulusal para, geri kalanı da menkul değerler biçiminde tutulmaktadır. Bu durumun sebebine bakacak olursak, bunun paranın işlem talebiyle, yani kişilerin günlük işlemlerini giderebilme amacıyla ilgili olduğunu görürüz. Mesela, nakit para talebi faiz oranıyla ters orantılı olmaktadır. Faizler yükseldikçe tahvil satınalımları artacak ve nakit olarak tutulan para azalacaktır.

Yukarıda belirtildiği gibi, serveyin büyüklüğüne bağlı olarak belirli bir yatırım portfolyosu oluşturmak isteyen birinin amacı, yüklenilecek risk düzeyinde en yüksek beklenen getiri oranına ulaşmaktadır.

Bu bağlamda tek tek menkuller ve diğer yatırım araçları hakkında analiz yaptıktan sonra, şimdi sıra bunların hangilerinin ne miktarlarda portfolyoda yer alacağına karar vermeye gelmiştir.

Portfolyo teorisinde çok önemli bir ilke “portfolyo çeşitlendirilmesi”dir. (portfolio diversification)

Riskin dağıtılması için, portfolyoya girecek menkullerin farklı olarak belirlenmesi gereklidir. Yani, iyi bir yatırımcı “bütün yumurtalara aynı sepete koymamalıdır.”

Portfolyo çeşitlendirmesi sebebiyle bir menkul en yüksek getiriyi sağlamakta olsa bile, tüm portfolyo bu menkulden oluşturulmamalıdır. Portfolyosunu oluşturan yatırımcı, tamamen kendi kişisel tercihlerine, tahmin ve hesaplamalarına göre hareket edecektir. Davranışı yönlendirecek temel ilke, alınacak her menkulün toplam portfolyo getirisine ve portfolyo riskine ne oranda katkı yapacağının incelenmesidir. Bu şekilde kişi kendi tercihlerine uygun bir portfolyo dengesine ulaşabilecektir.

Portfolyo Teorisi’nde dikkat çeken bir özellik, bu çeşitlendirmenin hem yerli menkullerin kendileri arasında hem de yerlilerle yabancı menkuller arasında yapılabileceğidir. Kur oluşum bağlamında asıl önem taşıyan portfolyonun bu yabancı menkuller bölümüdür.

Portfolyoya yabancı menkullerin katılması, toplam riskin azaltılması açısından önemli bir etki sağlayabilmektedir. Bunun nedeni, ulusal tahvil ve hisse senetleri ayrı firmalara ait olsalar da, ülke ekonomisinde oluşacak bir gelişmeye açık olmaktadırlar. Oysa, yabancı menkuller, ulusal ekonomide genel ve kısmi yaşanabilecek olumsuzlukların dışında kalacaklardır. Dolayısıyla bu durum yerli menkullerin getiri oranlarında görülebilecek bir düşüşü dengeleyici etki yapabilecektir. Sonuç olarak bu tarz çeşitlendirme portfolyoya istikrar kazandıracak bir etki yapar ve gelir dalgalanmaları riskini önler.



Yukardaki bağlantıyı tıklayarak Portfolyo Teorisi açısından Kur Değişmelerini inceleyen yazımıza ulaşabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder