Öncelikle dış ödeme açığı veren bir ülkenin durumunu ele alalım.
Dış ödeme açığı, ithalatın haddinden fazla artmasıyla ihracat miktarını geçmesiyle oluşmuş olsun. Bu durumda, ithalat bedellerinin ödenmesi maksadıyla söz konusu ülkede yabancı ülke parasına olan talep artacaktır. Böylece, döviz kurları yükseliş eğilimine sahip olacaktır. Önemli nokta, kurların altın ihraç noktasından fazla yükselmeyeceği gerçeğidir. Çünkü bu durumda, ülkeden dışarıya altın ihraç edilmesi ülke için daha kârlı olacaktır. Fiziksel olarak dışarıya gönderilen altınlar o ülkede, söz konusu ülkenin ulusal parasına dönüştürülerek ithalat bedelleri ödenmektedir. Böylece, ülkeden gerçekleşen altın çıkışı ulusal para arzını daraltacaktır.
Para arzındaki azalmanın gerçek miktarı uygulanan para sistemiyle ilgilidir. Eğer para basan kurum (darphane veya merkez bankası) çıkarttığı ulusal paraya eşdeğerde altın tutmak zorunluluğunda ise iç para arzındaki daralma ihraç edilen altın tutarı kadar olacaktır. Buna “tam karşılık sistemi” denmektedir.
Tersi durumda, piyasaya çıkartılan banknot miktarının belirli bir oranı kadar (örneğin 30% veya 15% gibi) altın tutuluyorsa, buna da “kısmi karşılık sistemi” denilmektedir. Kısmi karşılık sisteminde iç para arzındaki daralma ihraç edilen altın miktarının birkaç katı fazla olacaktır. (örneğin, karşılık oranı 25% ise, daralmanın üst sınırı 1/0,25 = 4 kat olacaktır)
Para arzındaki daralma Klasik iktisatçılara göre yurtiçi fiyatların düşmesine neden olmaktadır. Klasik denkleşme mekanizmasının en önemli özelliklerinden birisi bu noktada bulunmaktadır. Klasikler para arzı ile fiyatlar genel düzeyi arasında doğrudan bir ilişki varolduğunu söylerler. Bu ilişki, para arzı artınca fiyatların yükseleceğini, para arzı azalınca ise fiyatların düşeceğini öngörmektedir.
Klasik iktisatçılar para arzı ile fiyatlar genel düzeyi arasındaki ilişkileri “Miktar Teorisi” (Quantity Theory of Money) ile açıklamaktadırlar. Miktar Teorisi şu formülle ifade edilmektedir.
M . V = P . y
M: Para Miktarı
V: Paranın Dolaşım Hızı
P: Genel Fiyat Düzeyi
y: Milli Gelir
Kısaca, denklemin sol yanı ekonomideki toplam para arzını gösterirken, sağ yanı ise toplam para talebini göstermektedir. Bu, herkes tarafından bilinebilecek bir durumun formülize edilmesinden başka bir şey değildir.
Özetle, bir ekonomide para arzının toplamı para talebinin toplamına eşit (özdeş) olmaktadır.
Üstteki formül Klasik İktisatçılar’ın görüşlerini açıklamada kullandıkları önemli bir araç olmaktadır. Klasiklere göre, *paranın el değiştirme hızı, halkın para kullanma alışkanlıklarına ve ekonomik örgütlenmeye bağlı olduğu için kısa dönemde değişkenlik göstermez. Ekonomi sürekli tam çalışma düzeyinde olduğu için toplam üretim miktarı da sabit olmaktadır.
Bu duruma istinaden değişken olarak düşünülecek faktörler yalnızca para miktarı ve ortalama fiyatlar olacaktır. Sonuç olarak para arzındaki bir artış, ortalama fiyatların yükselmesine yol açacaktır. Para arzındaki azalma ise fiyatlar genel düzeyini azaltacaktır.
Ancak, Klasik İktisatçılar para arzındaki değişmeyle fiyatlardaki değişmenin ölçüsü konusunda farklı görüşlere sahiptir. Bazıları fiyatların para arzı ile aynı oranda değişeceğini savunurken, bazıları fiyat değişmelerinin daha düşük olacağını söylemektedirler.
Dış ödeme açıklarının Miktar Teorisi bağlamında iç fiyatları düşürmesi, ihraç mallarını yabancı ülkelerde ucuzlatıp, ithal malların yerli tüketiciye pahalılaşmasına sebep olacaktır. Bu durum dış ticaret bilânçosunu düzeltici bir etkiyi ifade etmektedir. Sonuç olarak, ülkeden altın çıkışı azalacak ve altın girişi artacaktır. Dış ticaret dengesi kendiliğinden (otomatik olarak) dengeye ulaşacaktır.
Bir dış ödeme fazlası durumunda ise, tersi durum söz konusudur. Ulusal paraya olan talep artışı ile beraber, döviz fiyatları altın ithal noktasına inecekti ve ülkeye dışardan altın girişi olacaktır. Bu Miktar Teorisine göre ülkenin fiyatlar genel düzeyini yükseltecek ve ithalatı geliştirip, ihracatı azaltacaktır. Sonuç olarak, dış ticaret bilânçosunu bozucu bir etki ortaya çıkmaktadır. Yani ülkeden altın çıkışı hızlanacak ve ülkeye altın girişi yavaşlayacaktır. Kısaca, başlangıçtaki dış fazla sonucu biriken altın stoku eriyerek denge kendiliğinden oluşacaktır.
David Hume, söz konusu teoriyi ortaya atarken asıl amacı Merkantilist düşünceyi eleştirmekti. Merkantilizm ithalat kısıtlamaları ve ihracat sübvansiyonları ile dış ödemeler fazlası oluşturmayı hedef olarak görür. Bu nedenle, ülkenin altın ve gümüş gibi değerli maden stoku arttırılması amaçlanır. Fakat parasal denkleşme mekanizmasında bunun kendi kendini yokeden bir silah olduğu öne sürülmektedir. Çünkü teoride dış fazlalıkların belli bir süre sonra kendiliğinden ortadan kalkacağı açıklanmaya çalışılmaktadır.
Klasik denkleşme mekanizmasının dayandığı iki kritik varsayım mevcuttur. Birincisi, ödemeler bilânçosu durumu ile para arzı arasındaki ilişki, ikincisi ise para arzı ile fiyatlar genel düzeyi arasındaki doğrudan ilişkidir.
Birinci varsayımda, dış ödemeler bilânçosu açık veren bir ekonominin para arzı otomatik olarak azalacaktır. Aynı şekilde, dış ödemeler bilânçosu fazlası veren ülkede ise otomatik olarak para arzı artışı görülecektir. (Teori hükümetlerin bu duruma müdahale etmemeleri gerektiğini savunmaktadır)
Klasiklere göre ekonomik politikanın asıl amacı dış dengenin sağlanmasıdır. İç ekonomik denge ikinci sırada gelmektedir. Bu nedenle, hükümetler para arzına müdahale etmezler ve para politikası yönüyle pasif durumdadırlar.
Ancak, Klasiklerden sonra gelen Keynes ile birlikte yeni anlayışlar bunun tersi yönünde olmuştur. Hükümetlerin ekonomik politikaları daha çok iç ekonomik denge üzerine kurgulanmıştır. Yani işsizliğin ve enflasyonun önlenmesi gibi amaçlar birinci sıraya geçmiştir. Bu amaçla para politikası da pasif bir araç olmak yerine, aktif olarak kullanılan bir politika durumuna gelmiştir.
Örneğin, işsizlik sorunu olan bir ülkede genişletici bir para ve maliye politikası izlenmesi beklenir. Aynı şekilde enflasyona karşı olarak ise toplam harcamaların daraltılması ve iç ekonomik dengenin sağlanması arzulanmaktadır. Dış ödemeler bilânçosu dengesizlikleri için ise kur değişmeleri gibi önlemlerden yararlanılmıştır.
İkinci durum ile alakalı olarak, toplam harcama ve fiyat ilişkileri konusunda Klasiklerle Keynesçi görüşler arasında temel farklılıkları mevcuttur. Klasikler para arzındaki değişmelerin fiyatlar üzerinde etkilerini açıklarken, yazımızın üst kısmında bahsettiğimiz gibi ekonominin sürekli tam çalışma düzeyinde olduğunu kabul ediyorlardı. Keynesçi görüşe göre, ekonomi eksik çalışma düzeyinde de dengeye gelebilmektedir. Toplam harcamalardaki bir değişmenin fiyatlar genel düzeyini veya reel milli gelirini etkilemesi ekonominin durumuna bağlı olarak değişmektedir. Örnek vermek gerekirse, *eksik çalışma koşulları altında para arzındaki bir artış, fiyatlardan daha fazla, reel milli geliri arttıracaktır. Tam çalışma düzeyine erişildikten sonra para arzındaki artışlar ise fiyatlar genel düzeyini yükseltecektir.
Klasiklerle Keynesçi iktisatçılar arasındaki farklılıklardan bir diğeri fiyatların değişmesi konusunda görülmektedir. Keynes takipçilerine göre fiyat hareketleri tek yönlüdür ve o da artış doğrultusundadır. Fiyatların aşağı yönde esnek olmadığı savunulmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder