İktisadi açıdan Avrupa Birliği incelemesi
İktisadi birleşme olayının en bilinen ve büyük örneği Avrupa Birliği'dir. (European Union)
İkinci Dünya Savaşı öncesindeki düşmanlıkları, aşırı milliyetçilik ve emperyalizm akımları Avrupa ülkelerinin iktisadi olarak birleşmesinin önünde çok büyük engeller ortaya çıkarıyordu.
Savaş sonrası ortaya çıkan ekonomik ve siyasal çöküntü, birleşme için yeni ve uygun bir fırsat doğurmuştur.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da birleşme yolundaki ilerlemeler 3 ana nedene dayanır.
1. Avrupa tarih boyunca sürdürdüğü 'dünyanın merkezi' olma özelliğini yitirmiştir. Avrupa yerine dünya genelinde iki yeni süper güç Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği ortaya çıkmıştı. Avrupa'nın bu iki blok arasında üçüncü bir süper güç oluşturabilmesi için tek bir yol vardı. O da ekonomik ve siyasal birleşme idi.
2. Avrupa'da savaşların bir daha ortaya çıkmasını engelleme düşüncesi mevcuttu. Tarih boyunca süregelen düşmanlıklar ve iki dünya savaşı da Avrupa'da yaşanmıştı. Bu yüzden sürekli bir barışın inşasına özlem duyuluyordu.
3. Birliğin kurulmasının arkasında ekonomik nedenler de önemli yer tutar. Avrupa'da işsizliğin önlenmesi, az gelişmiş bölgelerin kalkındırılması, ekonomik gelişmenin hızlandırılması, kısaca yüksek yaşam düzeylerinin gerçekleştirilmesi başlıca ekonomik amaçlardı.
Son olarak, Avrupa'da oluşacak birleşmenin, tüm uluslarası ilişkilerde daha düzenli, dengeli ve istikrarlı gelişmelerin mümkün olmasına yönelik katkılar sağlayacağına olan inanç da önemli bir motivasyon kaynağıydı.
Tüm bu düşünceler doğrultusunda savaştan sonra Avrupa'da çeşitli ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri örgütler ortaya çıkmıştır.
Bu örgütlerden birisi 1948 yılında kurulan Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı'dır. (OEEC)
Bu kuruluşun amaçları 'Marshall Yardımları' olarak bilinen ABD yardımlarını dağıtmak ve Avrupa'nın savaş sonrası onarılma çabalarını uyum içinde yürütebilmek ve Avrupa içinde ticareti serbestleştirmek olarak sayılabilir.
1949 yılında ise NATO'nun kuruluşu gerçekleşmiştir. Atlantik ötesi ülkeleri de kapsayacak biçimde kurulan bir askeri savunma paktıdır.
Bu gelişmelerden sonra 1954 yılında kurulan Batı Avrupa Birliği (Western European Union) ise Batı Avrupa ülkeleri arasındaki güvenlik işbirliğini güçlendirmeye yönelikti. Bir bakıma Batı Avrupa Birliği NATO'da Avrupalıların sesini duyurma amacına yönelikti.
Ayrıca 5 Mayıs 1949'da kurulan Avrupa Konseyi (Council of Europe) daha öncekilerden farklı olarak siyasal bir örgüttür. Konsey üyelerinin benimsemiş olduğu en önemli sözleşme 1950 tarihli 'İnsan Hakları Sözleşmesi'dir. Bu sözleşme, insan hakları konusunda asgari standartların belirlenmesi ve bunlara uyulmaması durumunda alınacak önlemleri ortaya koymaktadır. İnsan hakları ihlâlleri ile ilgil davalara bakmakla görevli olarak bünyesinde bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kurulmuştur.
Avrupa Birliği birden bire ortaya çıkmış bir kuruluş değildir. Aksine, oldukça uzun bir oluşum dönemine sahiptir.
Avrupa Birliği'nin temel taşı 9 Mayıs 1950 tarihinde zamanında Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman ile Jean Monnet tarafından hazırlanan bir bildiri ile atılmıştır denebilir. Bu bildiride Fransız-Alman kömür ve çelik üretim dağıtımının kurulacak bir birlik denetimine verilmesi öngörülüyordu. Diğer Batı Avrupa ülkeleri de isterlerse bu kömür ve çelikle ilgili kartele katılabileceklerdi. Buna Schuman Planı da denmektedir.
Kömür ve Çelik savaşın iki temel hammaddesi olduğu söylenebilir. Bu birliğin iki amacı vardı. Birincisi Almanya'ya tek yanlı kısıtlamalar uygulamanın gereksiz olacağı düşüncesi, ikincisi de Almanya'yı dışarıda tek başına bırakmanın sürekli barış için doğuracağı tehlikelerden endişe duyulmasıydı. Bu sorunun tek çözüm yolu vardı, bu da ekonomik ve politik bağlarla sıkı sıkıya kenetlenmiş bir Batı Avrupa oluşturmak ve buna Almanya'yı da üye olarak almaktı.
18 Nisan 1951 tarihinde 6 Avrupa ülkesi, (Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg) Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu kuran anlaşmayı imzalamaları ile Schuman planı gerçekleştirilmiş oluyordu.
Bu kurucu 6 Avrupa ülkesi, altılar olarakta ifade ediliyordu. Altıların hükümetleri Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun kurulması ve başlatılan bu girişimi daha ileriye götürmeyi ekonomik ve siyasal çıkarları açısından gerekli görüyordu. Ulusal çıkarlar arasındaki bu uyum, söz konusu ülkelerin bu açtıkları yolda daha ileriye adımlar atmalarına neden olmuştur.
Sonuç olarak, 6 Avrupa ülkesinin Dışişleri Bakanlarının 1955 yılında İtalya'nın Messina kentinde yaptıkları toplantı sırasında daha ileri bir birlik konusunda çalışmalar yapmak üzere, zamanın Belçika Dışişleri Bakını Paul-Henri Spaak başkanlığında görevlendirilen bir komite kurulmuştu.
Spaak Komitesi hazırladığı raporu ertesi yıl yapılan toplantıda sundu. Bu hazırlanan rapor 25 Mart 1957'de Roma'da imzalanarak 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe girdi.
Roma Anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom) kuruldu. Böylece, Daha önceki Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile birlikte birbirini tamamlayan 3 kuruluş ortaya çıkmış oluyordu. Her 3 kuruluş da aynı altı 'kurucu üye' arasında oluşturulmuştur.
En önemli görüş ayrılıkları Avrupa'nın niteliği konusunda İngiltere ile Fransa arasında ortaya çıkmıştı. İngiltere'nin geleneksel olarak ABD ve İngiliz Uluslar Topluluğu ülkeleri ile ilişkileri vardı ve kurulacak yeni birlik içinde de bu ilişkilerini sürdürmek istiyordu. O nedenle genel yaklaşım olarak birliğin gümrük birliği değil, dışa karşı ulusal tarifelerin uygulandığı bir serbest ticaret bölgesi biçiminde olmasını savunuyordu.
İngiltere'nin bu görüşü Altılar ve özellikle Fransa tarafından reddedilmişti. İngiltere'nin bu sebeple ilk başvurusu reddedilmiştir.
Gümrük Birliğinin Kurulması
Gümrük birliğinin amacı üye ülkeler arasında gümrük tarifeleri ve kotalarını kaldırılarak bölge içi ticaretin serbestleştirilmesi ve dışarıya karşı ortak bir gümrük tarifesinin uygulanmasıdır.
Roma Anlaşması'nda iç gümrüklerin azar azar indirilerek, 12 yıl sonra sıfıra indirilmesi öngörülüyordu.
Kurucu Altılar gümrüklerin kaldırılmasında bir güçlükle karşılaşmadılar. Tarifelerde en son indirim 1968 yılında, öngörülen süreden 18 ay önce bile gerçekleştirilmiştir. Gümrük birliğinin ilk koşulu hızlıca yerine getirilmiştir.
Aynı yıl içerisinde dışarıya karşı ortak bir gümrük tarifesinin (OGT) uygulamaya konulması gerçekleşmiştir. Böylece birlik dışından gelecek mallar (hangi üye ülkenin sınırlarından girmiş olursa olsun) Ortak Gümrük Tarifesi'nde belirlenen oranda bir vergi alınmaya başlanmıştır. Bunun gerçekleşmesi ticaret akımlarının saptırılmaması gerekliydi. Aksi takdirde, gümrük tarifelerinin düşük olduğu ülke üzerinden diğer üye ülkelere ithalat yapılması durumu olabilirdi.
OGT (Ortak Gümrük Tarifesi) oranları, üye ülkelerin bireysel gümrük oranlarının ağırlıksız ortalaması alınarak hesaplanmıştı. Sanayi ürünlerinde bu oran %9 civarında idi. OGT çeşitli nedenlerle ve özellikle GATT çerçevesindeki çok taraflı görüşmeler yoluyla birçok kez indirilmiştir. 1975 yılında başlatılan bir uygulama ile üye ülkeler tarafından tahsil edilen gümrük vergileri Topluluğa devredilir, yani Topluluk bütçesine gelir olarak kaydedilir.
*AET sözleşmesi gümrük tarifelerinin yanında ister hacim, ister değer üzerinden konulmuş olsun, kotaları yasaklamıştır.
Bu gelişmelere karşın, topluluk içi ticaret yine de önemli ölçüde 'eşdeğer etkili önlemler' (measures having equivalent effect) veya 'görünmez engeller' denen kısıtlamaların etkisinde bulunuyordu. Bunların etkileri aynen kotalar gibi belirli malların ithal veya ihracını güçleştirir hatta tamamen önleyebilir.
Görünmez engeller, diğer yazılarımızda bahsettiğimiz gibi ülkeler tarafından çok çeşitli şekillerde kullanılır. Sınırda uzun ve yorucu gümrük işlemleriyle başlayan bu engeller, sağlık, güvenlik, tüketicinin korunması veya rekabet eşitliği sağlamak gibi nedenlerle idari, yasal veya teknik standartlar ve düzenlemelerin konulmasıyla çok daha karmaşık bir yapıya dönüşürler.
Bu sorunun gümrük birliği içerisinde giderilmesi ancak ülkelerin standartlarının birbirleriyle uyumlulaştırılması ile mümkün olur. 1993 yılı başında tek pazar amacı doğrultusunda bölge içinde sınır gümrükleri kaldırılmış ve görünmez engellerin giderilmesi yolunda adımlar atılmaya başlanmıştır.
Yapılan araştırmalar, AET'nin ticaret saptırıcı etkileri olmasına rağmen, ticaret yaratıcı etkisinin yüksekliğinden dolayı, net statik etkisinin refah artışı yarattığını ortaya koyuyor. Bu statik refah kazançları ülkelerin GSYİH'sinin %1 veya %2 si gibi düşük düzeylerdedir. Asıl kazançlar yarattığı dinamik etkiler nedeniyledir.
AET'DEN AVRUPA ORTAK PAZARI'NA GEÇİŞ
Roma Anlaşması'nın asıl amacı bir ekonomik birlik kurmaktı. Bu da gümrük birliği olarak kurulan AET'nin daha ileri adımlar atmasının gerekli olması demekti. Bu doğrultudaki gelişmenin ikinci aşamasını Ortak Pazar oluşturur. Ortak Pazar ise mal ve hizmet akımlarının yanında faktör akımlarının da serbestleştirilmesi ile sağlanabilir.
Ortak Pazar doğrultusundaki bazı gelişmeler şunlardır;
1. İşçilerin Serbest Dolaşımı
Roma Anlaşması'nda topluluk içinde işgücünün serbest dolaşımı öngörülmüştür. Yani *üye ülkelerden birinde yaşayan insanlar, önceden izin almaya gerek olmadan, öteki üye ülkeler göç etme ve oralarda çalışabilme hakkına sahiptirler. Ayrıca bu gelenlere karşı herhangi bir ayrımcılık yapılamaz. Birlik içinde serbest dolaşım bir ölçüde sağlanmıştır. Ancak yabancı işçi ve ailelerin çalışma ve sosyal hayata uyumunu engelleyen durumlar nedeniyle bir kısıtlama söz konusudur. Bu yüzden tam serbesti olduğu söylenemez.
2. İşyeri Açma ve Hizmet Sağlama Hakkı
*Kendi adına çalışanlarla serbest meslek sahiplerine de topluluk içinde istedikleri yerde işletme kurma ve mesleklerini yürütme hakkı tanınması öngörülmüştür. Tüm ülkelerde bu şekilde işyeri açacaklarda aranan bilgi, beceri ve öteki koşullar aynı olmak zorundadır. Bu konuda bazı ilerlemeler sağlanmış olsa da, üye ülkeler birbirlerinin diploma ve öteki belgelerini eşdeğer kabul etmedikçe tam bir serbesti gerçekleşmiş olmaz.
3. Sermayenin Serbest Dolaşımı ve Ödemelerin Serbestleştirilmesi
Geniş bir iç piyasa oluşturulmasındaki faydalardan biri de bölge içinde sermaye serbest hareketliliğinin sağlanmasıdır. 1999 başında parasal birliğin kurulmasıyla başlayan çalışmalar, sermaye piyasalarının bütünleştirilmesi doğrultusunda halen sürmektedir.
Tek Pazar birlik düzeyinde malların, hizmetlerin, kişi ve sermayenin herhangi bir engel olmadan serbest dolaşımının sağlanmasını ifade eder. Tek Pazar uygulamasına 1 Ocak 1993 tarihinde başlandı.
Tek Pazar hedefinin yasal yönü 1987 ortalarında yürülüğe giren Tek Avrupa Senedi ile gerçekleştirilmişti. Tek Avrupa Senedi, Avrupa'daki bütünleşme faaliyetlerini güçlendirmeye yönelik olarak Roma Anlaşması'nı kapsamlı biçimde tamamlamakta ve onu bazı yönlerden değiştirmektedir. Tek Senet'te ayrıca ortak dış politika oluşturma ve uygulamaya yönelik hükümlere yer verilmiştir. Tek Pazar uygulamasından sonra AET'nin ileri düzeyde bir 'Ortak Pazar' durumuna geldiği söylenebilir.
Bu yöndeki çalışmalar uzun sürelidir. Bu amaçla Komisyon tarafından hazırlanan öneriler Konsey'in onayına sunulur ve Konsey tarafından kabul edilirse de 'yönerge' veya 'AB standardı' (Eu standard) durumuna gelir. Yönerge ve standartlar üye ülkeler tarafından belirli bir süre içinde ulusal yasalara aktarılması beklenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder